Alevi Felsefeleri
1. Gerçeği arama yolu “ Gerçeğin demine HU” ve Hakikat bilgisi
İnsanoğlu var olduğu günden beri, tek bir sorunun peşindeydi. BİZ NİYE VARIZ ? Neden yaşıyoruz? Kuşlar neden uçuyor? Karıncalar neden bu kadar çok çalışıyor? Var oluşumuzun gerçek sebebi nedir...? Bitmeyen varoluş soruları, insanlığın kafasını daim kurcaladı ve halen de kurcalamaya devam etmektedir. Çünkü insanoglu halen hakikate veya gerçeğe ulaşmamistir, varoluşun sırrını halen çözememiştir.
Yaşamın manasını anlamaya çalışan Erenlerimiz, BEYT’ler yazarak bu arayışı sık sık dile getirdiler. EHL-İ BEYT’di onlar. Mana arayışı içerisinde idiler. “Gerçek’e ulaşmak ve yasamın manasını anlamaktı onların en büyük amelleri.
GERÇEK, eski dilde “ HAKÎKAT” demekti.
Hakikat kelimesi, tarihte iki türlü yazılırdı.
1.HAKÎKAT (Farsça)
2. HAKİKÂT (Arapça)
İkisi birbirine benzese de aynı kelimeler değildi.
Birinci HAKÎKAT kelimesinde “şapkalı Δ vardı ve “ GERÇEK” demekti.
İkinci HAKİKÂT kelimesinde “”nin üzerinde şapka vardı. TOPRAK, Turâb olmak demekti.
Hakikât kelimesi, ayni zamanda Alevilikteki 4. Kapıdır.
Hakîkat arayışımız için Pirimiz Hünkâr Hacı Bektaş’ı Veli ; “ NE ARARSAN KENDİNDE ARA” demişti.
Alevilikte 4 kapı vardır. Bu 4 kapılar (şeriat, tarikat, marifet ve hakikât) Hava, ateş, su ve toprak olmak üzere 4 ana unsur ile simgelemektedir. Bu 4 eleman bir araya geldiğinde bir Can’ı var etmektedir. Ve 4 kapı 40 makam mertebelerini asan KAMİL İNSAN olur. İNSAN kainattaki tüm sırları kendi içinde barındıran HAKÎKAT ŞEHRIdir.
Okültizm bilim dalında da gerçeği, insan bedeninde aradıklarında bir ispatidir. Bu bilim dalında, insan El’ ine ve bedenine astrolojik semboller yerleştirilmiştir. Elimizdeki 4 bitişik parmaklardan yola çıkarak 12 gezegenleri parmak boğumlarına dizmişlerdir. Ve 4 bitişik parmağı ANASIR (hava ateş su ve toprak) olarak, baş parmağı ise Kâmil insan veya CAN olarak kabul etmişlerdir. Bas parmak, diğer parmaklar ile bir olsa da, ayrı bir önem taşımaktadır. O nedenle geçmişten bugüne kadar halen Alevi geleneklerinde baş parmağı öperiz.
Bas parmak, Hakikat şehri olan kamil insani simgelemektedir.
a. Kelam ve özdeyislerlerin kutsallığı, BEYT’ler
BEYT kelimesi, zaman asimina ugramis ve malaesef ozunden uzaklastirilmistir. Bugun BEYT kelimesine “i” kaynastirma harfi eklenilerek “BEYIT”olarak kullanilmaktadir. Oysaki Alevi geleneginde olan ve baglama esjiginde soylenilen deyisjer, sozlu' “BEYT’lerdi. Ve bu Beyt’ler “EDEBİYAT” tarihimizde , dinler tarihininden daha öncesinde de yer almakta idi. Asiklar, ozanlar destan veya mitosları, kisacasi dunyanin antik tarihini, bizlere beytlerleriyle baglama esJİginde aktardilar. « Resimli TURK EDEBİYATI TARIHi » Nihad Sami Banarlı, Destanlardan devrinden, zamanımıza kadar 1-2 Cilt
Ornek, Bkz. « Mektubat tercemesi » Fa'risi’nin soyledigi kelami, nasil BEYT olarak dile kitapta yazmislardir.. Alinti
... Farisi1 iki BEYT tercemesi:
Ben o topragım ki, ilk beha? bulutu, Lutf eder, verir bereketli yagmuru. Vücudumun her kılı dile gelse de, Sjukr edemem ni’metlerinin hiçbirine.
Boyle halleri bildirmek her ne kadar bir atılganlık ve saygısızlık sanılırsa da ni’metlerle sevinmeyi, ovunmeyi de gostermekdedir. Fa'risi' BEYT tercemesi:
Beni toprakdan kaldıran, sultan ise eger, Basjm gokden yukarı olsa, elbet değer. ...
Sizlerde, herhangi eski bir kitabi okursaniz, bu gözden kaçan önemli bilginin asimilasyona ugradigini ve ASIKLARIN aslinda BEYT’ler yazdiklari icjn bu unvani aldiklarini göreceksiniz. Tarihte asiklarin kelamlarina BEYT denilirdi. Mevlana BEYT’i , Omer Hayyam BEYT’i, Yunus BEYT’i denilirdi. EHL-I BEYT, kelam ehilleri veya ustadlariydilar. Gerçek arayisini devamli olarak beytlerle dile getiren HAK ve HAKİKAT asiklariydilar.
Erenler, hak ve hakîkat arayışı sonunda, kâinatın tüm sırlarının insan bedeninde VAR olduğunu beytlerinde sık sık vurgulamışlardır. Nokta-i ama ilminde veya bilim diliyle “Bing bang” teorisinde karar kılmışlardır. Yer ve gök yüzü dediğimiz, 18 bin alemi içinde barındıran, bu iki cihanın insan bedeninde var olduğunu kabul etmişlerdir. Misal, Nesimi : “Bende sigar iki cihan, ben bu cihana sığmazam” diyerek de dile getirmiştir. Hak ve Hakîkat arayışımızı anlatan deyişlerimizden bir kaç örnek verecek olursak;
Davut Sulari BEYT’i; Bu Yola Talip Ol Bağlandın İse Peyik Sofulara Beyan Eylesin Hakikat Aşkıyla Dağlandın İse Git Kendi Pirine Derman Eylesin |
Şah Hatayi BEYT’i ; Hakikat bir gizli sırdır Açabilirsen gel beri Küfr içinde iman vardır Seçebilirsen gel beri |
Erdem Baba BEYT’i; Hakikat şehrinin yoluna giren Giren değil, şehre varanlar mutlu Rıza pazarında ikrarın veren İkrar veren değil, duranlar mutlu |
Aşık Daimi BEYT’i Daimi dilimde virdim Hakkın didarını gördüm Hakikat şehrine girdim Bennik talandı talandı
|
Hakîkat arayışımızla ilgili deyişler çoktur bunları sizlerde çoğaltabilirsiniz.
Bu gerçekleri arayışımız bugün bizleri BİLİMLE buluşturdu. Bilim halen bu varoluşun sırrını bulmak için farklı alanlarda çalışmalar sürdürmektedir.
Alevilikte, “hiç bir şey yoktan var olmaz, vardan da yok olmaz”. Her şey vardan var olur, felsefesi hakimdir. Edip Harabi, Vahdet Name’sinde “Nokta-i ama ya girdik yerleştik” der. İşte bu nokta-i âmâ, bilimdeki “bing bang” teorisi ile aynıdır. “Her şey bir noktanın patlaması ile var oldu” denilir . Vahdet, noktaların birliği felsefesidir. Kainattaki tüm varlıklar, noktaların birliği ile var olur. Doğada var olan her şey titreşimle, çarpışma sonucunda çoğalır ve bu çoğalmadan birliğe doğru yol alınır. Bu felsefeye “Birlikten çokluğa, çokluktan da birliğe giden yol ” denilir.
Düşünün dünya nokta, ay nokta, güneş de bir noktadır. Doğadaki her şey, milyarlarca noktaların birliğinden var olur. Kum tanelerinden kumsallar, damlalardan deryalar var olur. O nedenle, “ilim bir nokta idi cahiller onu çoğalttı” der, Ali . Vahdet ehli olan kişiler bu bilgiye sahiptiler. Bilim bugün, bu noktanın veya hücrenin içindeki 7 kat alemi araştırmaya devam etmektedir. Var oluşun sırrını anlamaya çalışmaktadır. Atom, nötron, proton, elektron, kuantum, vs
Ama hakîkat kapısını aralamayan, sorgulamayan insanlar, her şeyi Allah yarattı der ve bu konuları, mana alemini sorgulamayı bırakırlar. Oysaki hak ve hakîkat arayışı bilimle devam etmektedir.
Hak ve hakîkat arayışımızdan dolayı Alevi gençlerimize geçmişte Ateistlik damgası vurulmuştur. Bu arayış bitmedi ve bitmeyecekte. Alevilerin bilim yolundan gitmesi, onların inançsız olduğu anlamına gelmemektedir. Hakîkati arayan tüm erenler, zahiri ve batini VARLİGİN BİRLİĞİNİN GÜCÜNE veya ENERJİSİNE inanırlar. Onlar HAK AŞİKLARİ, ENEL HAK’çılar, BATİNİLER veya HAKÎKAT’çilar olarak belleklere kazılmıştır. Bu arayış, onların HAK ve HAKÎKAT’e daha yakın olmak istediklerinin kanıtıdır.
Düşünün ki dogmatik olmasına rağmen, tüm kutsal semavi kitaplar dahi okumayı emreder. Çünkü okudukça, hak ve hakikatlere yakın olur insan.
Alevilikteki Enel Hak anlayışı, varoluş inancında gizlidir. Varlığın tamamı bizim için Hak’tır. Karıncadan, börtü böceğe kadar her şey Hâk’tir. Var olan her şey Hak ve Hakikatin bir parçasıdır. Dolayısıyla, Erenlerden Aşık Daimi; “insan Hak’ta Hak insandadır” demiştir. Ama yaradılış düşüncesinde bu böyle değildir. Dışardan düğmeye basan başka bir güç düşüncesi söz konusudur. Semavi dinlerin maalesef geldiği nokta budur. Her ne kadar geçmişte Kur’an da “ ben sana şah damarından daha yakınım” dense de, bugünkü gelinen noktada durum çok daha vahimdir. İnsanlar başlangıçtaki gerçeklerden çok uzaklaşmıştır.
Hak ve hakikat aşıklarının, gerçekleri arayış yolunda çok zorluklar ve çileler çektiklerini hepimiz biliyoruz . Bundan bir yüzyıl öncesine gittiğinizde halen annelerin karnındaki çocukları aldıran doktorların yaşadıkları zulümler hafızalarımızda kazılı. Din ve devlet baskıları üzerinden eksik olmayan hakikat arayıcıları, bilim adamları, kimyagerler, fizisyenler, dünya yuvarlak ve dönüyor diyen insanların öldürüldüğü bir coğrafyadan bu günlere kadar geldiğimizi unutmamak gerekir. Düşüncenin yasak olduğu, kimyacıların yaptığı araştırmalara; “şeytanlık işleri” bunlar diyen zihniyetlerle savaşarak bugün rahatlıkla bilim okuyor ve okutabiliyoruz. Çok canlar verdik bilim uğruna, hakikat uğruna, gerçekleri arayışımız uğruna, bunları unutmak gerekir. Dört kitaptan sonra bilim ortaya çıkmıştır.
Varlığın birliği olan Enel Hak inancımızı ne kadar anladık ? Gerçekleri arayışımızı konuşmak evet geçmişte suç idi. Bu nedenle Gerçeklerin demine HÜ, diyerek Muhabbetlerimizi mühürlerdik, sırlardık, gizli gizli yapardık. Ama bugün öyle değil, Arabı, lazı, çerkezi, türkü, kürdü, fransızı, suriyelisi, keldanilisi, bugün bütün dünya insanları çocuklarına farklı bilim dalları okutuyor, okula gönderiyorlar. Şimdi sorarım sizlere, gerçekte okula gönderdiğimiz bu çocukların aldığı eğitim, sadece karın tokluğu veya mevki sahibi olabilmek için midir yoksa hâkîkate ulaşabilmek için midir?
Şu anki geldiğimiz noktada, ne yazık ki bilim ve dinler iki ayrı sistem olmuş durumdadır. Dinler emperyalist güçler tarafından kendi çıkarları için kullanıyor ve bilimle de silahlar üretiliyor. Din ve bilim, gerçek= amacından uzaklaştırılıp kendi amelleri için kullanılmaktadır.
Antik tarihlerden, bugünlere kadar gelen bu “Kutsal” diye anılan kitaplarda olan bilgileri geçmişte bilim adamları da kullanarak yol almışlardır, bu bir gerçektir. Mesela Antik tarihteki Musa peygamberin, tevratindaki 7 levhasından yola çıkılarak; “ Dünya 7 günde kuruldu” bilgisi, bütün insanlık tarafından kabul edilmiştir. Bu bilgi bugün HAFTANIN 7 GÜNLERİ olarak bizlere aktarılmıştır. Demek ki inançlardan bilime doğru geçiş söz konusudur. Maalesef halen inançlardan, bilime doğru olan geçişin, HAKİKAT Arayışından kaynaklandığını fark edememekteyiz.
2. “El ele, el Hakk’a içsel meditasyon
Hakîkat arayışı kendisini apaçık
İNANÇLAR (ritüeller)’da
FELSEFE ’de
ve Bilim’de göstermektedir.
Tüm Peygamberlerden tutun, büyük felsefecilere ve bilim adamlarına kadar, Alevilerin adını ERENLER diye adlandırdığı kişiler, HAK ve HAKİKAT’ı aramak için yola koyuldular. Ama bu uzun yolculukta, bugüne kadar bahsedilen Allah’ı hiç gören olmamıştır. Peygamberlerde dahil olmak üzere, kimse Allah ile yüz yüze gelememiştir. Hakîkat arayışını, bilginin sonsuzluğunu büyüklüğünü, derinliğini anlayabilmemiz için, KATRE olup Umman’a dalmamız gerektiğini bizlere sık sık hatırlatmışlardır.
Erenler Gerçeğe 3 yol ile ulaşmaya çalıştılar
Meditasyonla (inanç ve ritüellerle)
Derin düşünce (Felsefe ile)
Bilimle (İspatlayarak)
1.Meditasyonla (inanç ve ritüellerle) Dedelerimizin öncülük ettiği semah veya ekranlarımızın hepsi bir çeşit “MEDİTASYON ”dur.
EL ELE , EL HAKKA şiarıyla yapmış olduğumuz ritüeller özünde, HAK ile HAK olmak, gerçeğe ulaşmak için yapılan içsel yolculuklardır.
Eğer bir dede bu içsel yolculuğu öğretip Hak ile Hak olma duygusunu karşısındaki topluma verebiliyorsa, zaten o dedeyi bulunduğu yerden kimse kolay kolay indiremez. Ve o dedenin de zaten mevki diye bir derdi, korkusu olmaz. Ama o içselliği karşısındakine veremiyorsa da onu da orda kimse oturtmaz.
Bu meditasyon, içsel yolculuk sadece bizlerde mi var ? Tabiki de hayır, Sünnilerin yaptığı da Namazda, Budha’ nın yaptığı YOGA da, Yahudilerin AĞLAMA DUVARLARI ’da ... hepsi bir çeşit MEDİTASYON ’dur. HAK ile HAK olma anıdır. Hepsi farklı farklı da olsa, çıkış noktamız gerçeği arayışımız, hak ile hak olma arzusudur. Bu nedenle “Yol bir, sürek bin bir” deriz.
Musa peygamber Allah ile uyku halinde iken, rüyada ses ile iletişime geçtiği bilinmektedir. Uyku, en derin meditasyondur. Canın bedeni terk ettiği andır. Meditasyon içsel bir yolculuktur. İç ses ile iletişime geçebilmektir, İL-HAM, İlim iç sesimizin, mantığımızın, bilincimizin bize konuşmasıdır. İlim sahibi insanlar, kalp sesine kulak verir. Bilim ise, iç ses ile gelen bilgilerin, deneylerle ispatlanmasıdır.
Aleviler, bütün Evren’in semah dönerek kendini var ettiğini bildikleri için semah dönerler. Erenler ikrar vererek yola girerler. Kalbini kötülüklerden arındır, kalp gözünü ve kalp sesini dinleyerek insan ve doğayı inceleyerek GERÇEĞE ulaşmaya çalışırlar.
Ritüellerimizde Zakirler Erener’in yazdığı BEYTleri nefesleri bağlama eşliğinde seslendirir ve gönülleri birlerler. Bağlama ile cenaze Erkanlarımız yapar, ağıtlar yakılır ve hakka yolculularız. Hay’dan geldik, HÜ’ye gideriz. Bunun sebebi de doğada her şeyin, sesteki titreşimle var olmasıdır. O nedenle yine ayni ses ile Hakk’a cani teslim eder ve uğurlarız. Bu sesteki sır, gönülleri birlemek için de kullanılmaktadır.
2. Derin düşünce (Felsefe ile) GERÇEĞE ULAŞMA Felsefede hakikat arayışı içinde olmanın adına BİLİNÇ UYANIŞI denilir. Farkında olarak ve bilinçli bir şekilde yaşayarak ve araştırarak gerçeğe ulaşılır. Var oluşun sırrına anca derin düşüncelere dalarak erişebiliriz. Bu derin düşünceler tek’e tek yapıldığı gibi karşılıklı muhabbet ortamlarında da yapılır. O muhabbetlerde insan insana ayna veya ışık olur, düşüncesini aktarır ve bu şekilde gerçeğe doğru yol alınır.
3. Bilim ile, GERÇEĞE ULAŞMA Mantığın, bilincin ve içsel yolculuğun bize verdiği bilgiyi deneylerle ispatlamakla gerçeğe ulaşılır. BİLİM, kanıt ister ve hatta kanıtlanmış bilgi olsa bile bunun adına “TEORİ” der. Tüm bilim dalları “LOJİ” kelimesi ile biter. LOJİ kelimesi Latincede LOGİA’dan gelir. LOGİA’da MANTIK demektir. Bilim, mantığımızın bize vermiş olduğu bilginin deneylerle ispat edilmesi ve halk tarafından kabul görmesidir. Bazı Felsefeciler ve Bilim adamları, Platon, Sokrat veya Pisagor gibi büyük düşünürler “Ahlakçılarla (inançlarla) , paralel olarak ilerlerdiler. Üç can bir Cem, Hak, Muhammed, Ali üçlerin birliği dediğimiz veya trinite bilgisinden yola çıkarak “ GEOMETRİ” de üçgeni ortaya çıkarmışlardır. Tarihi eserlerde “TRİNİTE, TESLİS, Baba oğul kutsal Ruh” dedikleri inancı üçgen olarak inşa ederek yaşatmışlardır.
Hakîkat hakkındaki söylenilenler:
Gerçeği bilin ve gerçek sizi özgür kılsın. Hz. İsa.
Hakikati, “bütün ruhunla” aramak gerekir - Platon
Hakikat ödünç alınamaz. O, kitaplardan çalışılamaz. Hiç kimse sana onun hakkında bilgi veremez. Senin zekânı keskinleştirmen zorunludur. Bu sayede sen varoluşun içine bakarsın ve onu bulursun” Osho Hakikatin arayışı hem zor, hem kolaydır. Kimse ona tamamıyla erişemez, kimse ondan ne tamamen kaçar, ne de onu tamamen kaçırabilir. Aristoteles
Felsefeyi felsefe yapan hakikati aramasıdır, ona sahip olması değil.” Karl Jaspers.
"Gerçeğin iki yüzü vardır; biri "asıl gerçek", diğeri "gölge Gerçek’tir”
"İnsan her şeyin ölçüsüdür, ne kadar insan varsa o kadar da gerçek vardır” Pythagoras Hakikatin ömrü sonsuzdur. F. Herczeg
Hakikati araştırmak, ona aşkını ilan etmek ve anlatmak demektir. Hakikati bilmek, onun huzurunda bulunmak,
hakikata inanmak da ona sahip olmak demektir. Francis Bacon
Hakikat, insanın hayat yolculuğunda dayandığı bastondur. Remy de Gourmont.
Küçücük bir tohumun içinde, koca bir ağaç gizlidir” ŞEYH BEDRETTİN
3. Öz bilgisi kavramı ve Anasır
Ömer Hayyam BEYT’i |
Pir Sultan Abdal BEYT’i Câhil olan söyler sözünü bilmez Meydana girince özünü bilmez Üç şey vardır asla cenneti görmez Biri münkir bir münafık bir gammaz |
Dertli Divani BEYT’i Cahiller kendini aklar kamiller özünü yoklar Kurudu çaylar ırmaklar serçeşmenin gözü kaldı Dertli Divani'nin varı canandır canın öz yari Geçti bu devrin baharı ne yazı ne güzü kaldı |
Şah İsmail Hatayi Özün eğri ise yola zararsın Derdini yetişmiş dermân ararsın Maslâhatın nedir şârı sorarsın Sarraf olmayınca girme şâra sen |
Aşık Daimi BEYT’i : |
Gülbanklerimizde ; « Yüzüm Yerde, Özüm Darda » deriz Alevi terimlerinde « Âşığın sözü, Kuran'ın özü » Pir Sultan Abdal Beyt’i Mürşidi Kamile Ermek Dilersen Emrine Zatına Girmek Dilersen Hakk’ın Cemalini Görmek Dilersen Tanı Kendi Özün Pir İle Görüş |
Pir Sultan Abdal BEYT’i |
Aşıklar Sadıklar Ölegelmiştir Ağlayanlar Bir Gün Gülegelmiştir El Ele El Hakk’a Yola Gelmiştir Tanı Kendi Özün Pir İle Görüş |
Pir Sultan Abdal BEYT’i
|
Görüldüğü gibi erenlerimiz, bu öz arayışı ile daim ilgilenmiştir. Öz’den, SÖZ olur. Öz’ün ne ise, SÖZ ‘ün de O olur. Erenlerimiz doğayı ve varoluşun sırrını incelemeye başladığında, her şeyin bir özü olduğunu anlamışlardır. “Dağdaki karin özünde içtiğimiz su” olduğunu fark etmişlerdir. Veya bir ağaçtaki meyvenin içindeki çekirdeğin özünün, aslında başlangıçtaki toprağa ekilen tohum olduğunu gözlemlemişlerdir.
Bu öz bilgisini fark edince, insanın da özünün ANASIR olduğunda karar kılmışlardır. Bir insan bedeninin yasamı durduğunda, onu farklı farklı ritüellerle Öz’üne geri yolcularlar. Aleviler yolun sonunda her şeyin Turâb, toprak olacağına inanırlar. Ölen her şeyin tasa dönüştüğünü gördükleri için genelde canların bedenlerini toprağa gömerler. Ama diğer kültleri araştırdığınızda, Mesela Hintliler, ölü bedenini GANDI nehrine bırakırlar. Su onlar için Öz’dür, kutsaldır. Öyle “ÖZ” deyip geçmemek gerekir.
Kimi, Öz’üm toprak demiş , toprağa gömmüş bedenini
Kimi, Öz’üm su demiş, suya atmış bedenini Kimi,
Öz’üm ateş demiş, kül etmiş bedenini
Geriye “Hava” kalıyor, aldığımız “NEFES”. Hava olmazsa canlı yaşar mı? Havaya da üflenilen Ruh ve ya Nefes demişler. Alevilikteki Nefesler bu nedenle önemlidir. Nefes de geldiğine geri döner, yani havaya, göğe yükselir.
“ Üç can bir gömlekte var oldu” düşüncesi de öz bilgisinin içinde gizlidir.
Havanın içinde ; ateş, su ve toprak vardır
Ateş’in içinde; hava su ve toprak vardır
Su’yun içinde; hava ateş ve toprak vardır
Toprağın içinde; hava su ve ateş vardır
Bir canlının var olabilmesi için 4 unsura (ANASIR) ihtiyacı vardır. Anasır; hava, ateş, su ve topraktan oluşmaktadır. Alevilikteki dört kapı Şeriat, tarikat, marifet ve hakikat kapılarının her biri bir unsuru simgelenmektedir. Ayni zamanda, 4 Çeşit Dâr’a durma ( Fatıma-Nesimî- Mansur, Fazullah) ritüellerimizde mevcuttur.
4 unsur (ANASIR) hava, ateş, su ve toprak, 4 kapı Şeriat, tarikat, marifet ve hakikât
4 Çeşit Dâr’a durma ( Fatıma-Nesimî- Mansur, Fazullah)
4 Melek, 4 Kutsal kitab , 4 Peygamber Ay’ın 4 hali (Hilal, büyüme, dolunay, küçülme)
4 Mevsim (ilkbahar-yaz-sonbahar-kış)
4 Yön, 4 Rüzgar
4 Yönlü İsa’ın haç işareti ve İNRİ (ateş hava su ve toprak) demektir 4 kuvvet fizikteki 4 Irmak
Maddenin 4 boyutu (yüksekliği, uzunluğu, derinliği , genişliği)
4 Hava durumu (sıcak ve soğuk, kuru ve nemli)
4 Devir (çağ)
4 Zaman (gündüz, gece, ay, yıl)
4 Halife 4 Mezhep
4 Köşeli, mısırdaki piramitlerin alt tabanları, KARE’nin kutsallığı 4 İncil yazarı (Matta-Markos-Luca-Yuhanna)
4 Sütundan oluşan tarihi kalıntılardaki kolonlar 4 köseli Kapı
Tüm eski yerleşimlerin kare olarak inşa edilmesi
Dünyadaki tüm canlılar bu anasır ile var olur. İnsan elindeki 4 bitişik parmaklar hava, ateş su ve toprağı simgelemektedir. Beşinci baş parmak ise anasır ile var olan bir “ Can’ı veya kamil insanı simgelemektedir.
Pirimiz hünkâr Hacı Bektaş’ı Veli Makalat'ında insanları 4 çeşit olarak sıfatlandırır.
« Abid, Zahid, Arif ve Muhib »
Bu nedenle Alevilikte de 4 kapıda 4 çeşit ve farklı aşamada olan canlarımızı görmek mümkündür
ŞERİAT HAVA’dir. Şeriat kapısında olanlar, okumaya, araştırmaya kapalıdır. Sadece zahiri olarak bilgiyi alırlar. Farklı düşüncelere açık değildir, kurallarla yasarlar. Bilgi ışıktır, bilgiden uzak duran da karanlıkta kalır. Şeriat kapısını aşıp, tarikata varmak gerekir. Bu asamalar o nedenle vardır. Ama hayatin her anında da bu dört kapıyı, yasamaktayız.
Hacı Bektaş-veli, abid olarak nitelendirdiği insanlan da sfiyle tanıtmaktadır:
Bunlar spriat kavmidir ve asıllan YEL’dendir. Yel (Hava), hem şifa verici hem de kuvvettir; bu sebeple bunlar da gece gündüz Hakk'ın ibadetinden (ritüeller) ayılmazlar. "Öyle ki bu dünyada ne varsa; helal, haram, temiz ve pis hepsi şeriat ile malum olur. Çünkü şeriat kapısı ulu kapıdır. Bunlar avam (halk) tefesidir ve isj-gücü birbirlerini incitmektir. Kibir, haset, buguz, dmrilik ve düşmanlık bunlarda her zaman görülür. Bunların taifesi hemen hemen bu kadardır." (Malakat-H.B.Veli)
TARİKAT, ATES’dir. Tarikat yoluna veya kapısına girenler, yola ikrar verirler, özellikle kalp temizliğine önem verirler. Hayatı ve herşeyi sorgulamaya başlarlar. Aldığı nefesin bile aslında ibadet olduğunu anlarlar. Hak askiyla yanan kisilerdir.
Haci Bektas-ıVeli, zahid olarak nitelendirdig'iinsanlan da söyle tanıtmaktadır:
"...zahitler(in) .... aslı ateştendir ve bunlar tarikat taifesidir. Bu sebeple gece gündüz yanmaları, kendilerinin yakmaları lazımdır. Her kim bu dünyada kendisini yakar ise yarına ahrette türlü azaplardan kurtulacaktır. Sjunu iyi bilin ki bir kez yanan baska yanmaz"
"Zahitlerin ibadetleri; Korku ve ümit içinde olmak ve arzuları dünyada ahiret için yararlı isjer yapmaktır. Halleri de ilm-i ledün (gayb ilmij’ne ermektendir ve kendi bil- gilerinden memnun kalmısjardır. Nerden gelip nereye gittiklerini bilmezler. Çünkü, bunlara hidayet kapısı açılmadı. Eristikleri her mertebeye kendi gayretleri ile geimisterdir." (Cosan 1996:3). Ulaştıkları mertebelere kendi çabalarıyla gelen zahitlerde öyle bir hak askı vardır ki, onlar gece gündüz korkudan yanarlar
MARİFET, SU’dur. Marifet kapısına giren, arınır ve arındırır . Transparandır, tüm renklere bürünür. Benlikten ve tüm kötülüklerden uzaklaşır. Kalp gözüyle insanı ve doğayı inceleyerek varoluşu anlamaya çalışır ve bilginin Öz’üne ulaşmaya çalışır. Mesela, Al-i, Ale, Alef, Elif ‘in öz’ de ne mânaya geldiklerini bilirler. Misal Elif’in aslında yaprağın içindeki, ortasındaki yasam çizgisi, hakikât yolu olduğunu ve herşeyin bu hayat çizgisi ile var olduğunu görürler. Kalp gözü ile Öz’ün Öz’ü bilgisine ulaşabilen kişilerdir.
Haci Bektaş-ı Veli, arif olarak nitelendirdig'i insanlan da söyle tanıtmaktadır:« Ariflerin aslı sudandır ve içlerinde pis sey bulunmaz .Su’yun aslı da yesjl cevherdendir ve o cevherin aslı da Hakk’nın kendi kudretindendir. Bunun için hakk Teba:reke ve Ta’ala ariflerini sever . çünkü ariflerin asli Hakk'dandır; asıllannın as’lını sevmesi sasjlacak bir şey deg'ildir. inşallah, ariflerin ilmini insanın kendisini bildig'i yerde yad edeceg'iz. Simdi, söyle bilmek gerekir ki, ariflerin ibadeti tefekkür ile dünya ve ahireti terk etmek; himmet nazanyla velayet beklemek ve Çalap Ta’ala’ya ulasmak arzusudur. Ariflerin halleri ise bütün varlıga uyum göstermek ve kötü düspneye kapılmamaktır."
4 HAKİKAT, TOPRAK’tır. Hakikat kapısına ulaşan kişiler, kalp sesini dinlemeyi öğrenir. Bütün Evren’de olup biten her şeyi duyabilir veya sezebilir. Bilir ki, dinlemesini bilen kişi ancak bilgiye ulaşabilir. Hakikat kapısına ulaşan kişi bilir ki, Alevilik özünde insanın kendini ve gerçekleri arayış yoludur. Yaşama ve nefes alma nedeninin sebebini anlamaya çalışan, sorgulayan, gerçekleri arayan kamil insandır. Yani ilim ve bilim adamıdır... Aradığı tek şey “HAKİKAT’dır, “GERÇEK’tir. Yaşamın “MÂNA’sıdır. Kendisini bilen kisidir.
O nedenle hiç bir Alevi aslında bir diğerinden üstün değildir. Birinci kapıya girmeden, kimse dördüncü kapıya ulaşamaz. Ama tabiki, dört kapı herkese açılmaz. Hayatı sorgulayabiliyorsanız, ne mutlu size. Bu size verilmiş bir mükâfattır.
Haci Bektas-ı Veli, muhip olarak nitelendirdiği insanlan da söyle tanıtmaktadır
".... Muhipler... Hakikat taifesidir ve bunların aslı topraktandır. Toprak teslimiyet ve Rızayı temsil eder. Bu yüzden muhip de teslimiyet ve Rıza içinde olmalıdır.
Simdi, muhip, arife söyle sorar: Ya arif! Tann Tebareke ve Ta’ala söyle buyurur: "Sizi yerden yarattık, oraya döndürecegiz ve baska bir sefer yine oradan çıkaracag'iz.”
O halde sjmdi, toprak topraga, su suya, yel yele, ates, atese döner; sen neyle Hazret'e vanrsın ? "Ben önce kimsem, yine O'yum" dersin.
Arif, cevap verir: "Bu söz doğrudur ve ihtilaf yoktur. Ama, benim üç dostum vardır. Ne zaman ki ben ölürüm birisi evde, birisi yolda kalır; birisi ise benimle beraber gelir: Evde kalan malımdır, yolda kalan hısımlanm ve ailemdir, benimle beraber gelen ise iyiliklerim ve amellerimdir.
Öyleyse, eger kötü ahlakım ve kötü amelim varsa, bil ki bu, asıllı aslına döndüğü ve benzediği içindir."
Muhiplerin ibadet ve taatı, Hakk'a yalvarma yakarma, seyir ve gözlemdir. Arzulanna nail olmak, Çalab'ı bulmak, benliğini yitirmek, canlan muratlarina ermek ve halleri birlestitip bir olmaktır.
"Eger, muhiplere, Çalap Tann'yı nasıl bildin derlerse, onlar söyle cevap verirler: Çalap Tann'yı kendimizden, kendimizi de Çalap Tann'dan bildik Muhiplerin sözlennin hakikati insanın kendi içindedir, baska yerde arayan nasıl bulacaktır? Bu sebeple bir insan kendini bil- meyince Tann'yı nasıl bilecek ve görecektir.
« Zira abidler, zahidler ve arifler da'va (zahir) ehli, muhipler ise ma'na (batın) ehlindendirler »
Yolun sonunda, 4 kapıyı asan insan kendisini bilir ve KAMİL olur. Ve o kişilere INSAN-I KAMİL denilir. Aradığı HAKÎKAT ŞEHRİNİN kendisi olduğunu anlar. 18 bin alemi içinde barındıran insan bedeninde, tüm hakikatin SIR edildiğini anlar. Kendini bilen Hak ve Hakikati da bilir.
4. Nokta ve elif ilmi, varoluş felsefesi, varidat, vardan var olma- Vahdeti Vücut ve Vahdeti mevcut- Enel Hak “insan Hak’ta, Hak insandadır”
VAHDET ile KESRET Vahdet NOKTA ilmidir “•”
Bilimde nokta ilmi Her şey bir “NOKTA” nen patlamasıyla başladı deriz, “BİNG BANG” - Kum tanesinden kumsallar var olur, Einstein
Alevilikte nokta ilmi; Vahdet name , “NOKTA-I ÂMA ‘ya girdik yerleştik, der Edip Harabı NOKTALARIN BİRLİĞİ, VAHDETin Gücü’dür. VAHDETİ Vücutların birliği VAHDETİ MEVCUT ‘tur.
“Katre’den Ummanlara varmak” bilgisi bize nokta ilmini anlatır.
B’nin altındaki “NOKTA” benim, der Hz Ali İlim bir NOKTA idi, Cahiller onu çoğalttı. Hz Ali Elif çizgisi, 7 Nokta’dır
İnsan bedeninde: Kafamız NOKTA , gözümüz NOKTA, hücremiz NOKTA...İnsan bedeni 7 çakra denilen , 7 Nokta’dan, 7 hormondan var olur
Evrende : Dünya NOKTA, AY nokta , GÜNEŞ NOKTA
Cümlede : Kelimenin sonunda “•” vardır. Soru işareti “?” nokta üzerinde dönen bir çemberdir
Geometride : 3 Nokta konuluyor ve üçgen oluşturuluyor. Platon okullarının kapısında “Geometri bilmeyen bu kapıdan içeri giremez” yazılır. Geometrinin başlangıcı 3 Nokta’dır
Matematikte : Sıfır “O” sayısı bir nokta olarak çizilir, harflerde “O” harfi Hakk’ı simgeler
NOKTA DEYİP GEÇMEYİN, BAŞLANGICIMIZ bir Nokta’dır...
Erenlerimiz çoğu sırları, kalp gözü ve kalp sesiyle, doğadaki AĞAÇ ‘in varoluşunu seyir ederek bir çok verilere ulaşmışlardır.
Vahdet ile kesret: BİR TOHUMU düşünün. Bu Tohumu toprağa ektiğinizde, ilk olarak kendisini gövde olarak var eder. Ama belirli bir süre sonra dallarıyla çatallaşır. Yaprakları ile çoğalır ve en sonunda medyalarını verir. Ve hatta meyvalarının içinde de başlangıçtaki çekirdeğini yeniden var eder. O ağaca uzaktan baktığımızda, ağacı BIR bütün olarak görürüz. O bütünlüğe, o birliğe VAHDET deriz. Ama çatallaşmadaki ve çoğalma anındaki küçük hücrelerine ise KESRET denilir. Kesret, birlikteki çokluktur. Birlikten çokluğa, çokluktan birliğe giden hak yolu dedikleri Kesret ile Vahdet budur. Hayatta çatallaşmalar olmazsa, çoğalmalar olmaz. Çoğalmalar olmazsa birlik olmaz. Her şey çatallaşma ile çoğalır ve yine birliğe dönüşür.
“O” başlangıçtaki tohumdan, meyvanın içerisindeki çekirdeğe kadar olan yola HAK veya HAKÎKAT YOLU denilir. Tıpkı, Yaprağın içindeki bu kıldan ince kılıçtan keskin çizgilere ELİF denildiği gibi. Doğada her şey bu Elif çizgileriyle var olur. O nedenle ELİF, HAKKA DOĞRU GİDEN YOLDUR.
Başlangıçtaki tohumun, meyvanın içerisindeki çekirdeği yeniden var etmesine, Özün Öz’e DÖNÜŞMESİ denilir.
- Ağacının 7 kat yerin dibine , 7 kat da yerin göğüne çıkması MİRAÇ bilgisidir.
5. Tevhid “Gelin canlar BİR olalım, birlik makamı
Ağacın doğada hiç bir eşi benzeri olmamasına, TEK bir tane olmasına da TEVHİD denilir. Sıfatıyla, özüyle ve varlığı ile her şey TEK’tir.
- Ağacın çatallaşması ise Zülfıkar'dır.
Hacı Bektaş’ı Veli’nin kucağındaki, Aslan ile geyik misali
6. Dört kapı kırk Makam
SERIAT(YASA-HUKUK) - HAVA
- İtikatlı olmak (akıl ve mantıkla inanmak)
- Ilim öğrenmek
- Hizmet etmek (kötülüklerden arınmak)
- Haramdan uzaklaşmak
- Ailesine ve topluma sadık kalmak
- ÇevreyeZarar vermemek
- Pir-Mürsjt’tine saygılı olmak
- Spfkatli olmak.
- (Arı giymek arı yemek)
- Yaramaz isjerden sakınmak. Nefsine hakim olmak
Bir aydınlanma ve kâmil insan olma yolu olan «Dört kapı kırk makam’ın» kurucusu Hacı Bektas-i Veli’ye göre Hukuk; «Bir anadan doğmaktır» İnsan kültür ve gelenek içinde yasamaz, aynı zamanda o gelenek ve kültürün sorunlarını, görevlerini ve yasam biçimini devr alır. Kendi iradesi dısjnda gelisjen bu olay, bir müddet sonra, kendi meselesi olmaya baslar.
İnsanda ilk düşüncenin oluşum sürecinde, içinde bulunduğumuz toplumsal yasam, gelenekler, örf ve adetler çok önemli bir rol oynarlar.
Hukuk kapısı, toplumsal şartlanmaların en yoğun olduğu ve doğumla birlikte gelen insanın kendi özüne en yabancı kaldığı devirdir. Dünya yaradılışında oldugu gibi, Hakk anlayışında da sjrk yorumu görülmektedir. Spriat aklına göre Tanrı yerde ve gökte bulunmaktadır. İnsanlara oradan buyruklar yağdırmaktadır. Ölümden sonra sevap çoksa yani gökteki Tanrı’nın yağdırdıkları emirlere içtenlike itaat etmişse, hurilerle dolu cennete; günahları çoksa, cayır cayır yanacağı cehenneme gideceğine inanır.
Yani insanda iki çesjt göz vardır. Normal gözlerle okuyarak öğrendiklerimiz, bilimdir. Bilimden öğrendiklerimizi can gözümüzle yorumlayarak, beynimizde oluşturabilmek ise ilimdir. Bilim okuduğumuz anda beynimizde canlanandır. Ilim ise daha sonradan düşünerek beynimizde görünendir. Hukuk kapısındaki kişi aradığı soruların cevabını bulmak ve aydınlığa giden yolu aralamak için kendisine bir Pir ( Pir’ini ) bulur.
Ancak Pirlik makamına gelmiş bir usta kendisine gelen her talibe yol gösterme yeteneğine sahiptir. ilk doğumu «kan bağı vasıtasıyla doğmak», ikinci doğumu ise «manevi-ruhi bir doğum» olacağının bilincine varır.
TARİKAT ( YOL) - ATES
- El almak Tövbe kılmak
- Mürisjde bağlanmak (alıcı ögrenici) olmak
- Saçın gider libasın giy (Gösterişten uzak durmak)
- Nefs ile savaşmak
- Hizmetli olmak çalısjmak
- Haksızlığa karsj savasmak
- Ümitsizliğe düşmemek, Güvenmek
- Hırka-Sadelik
- Nasip dağıtmak
- Aşka ermek coşmak özünü fakir görmek
Dört Kapı Kırk Makam inanç ve felsefesinde ruhsal tekamülün ( olgunlasma-gelisjm-evrim ) ikinci kapısı olan YOL ( Tarikat ) Kapısı, Hacı Bektasj Veli’nin deyimiyle «ikrar verip bir yola girme» kapısıdır Bu kapıda yola girmek için Pir talibi olgunluk derecesini ölçmek için bir imtihana tabii tutar.YOL kapısının özelliklerinden biri de bu kapıda ikrar verip musahip tutulmasıdır.
İkinci önemli özelliği ise, mürsjdi kâmile yani ustasına kendi rızalıglyla teslim olması ve ser (bas- kafa) verip Yol sırlarını kimseye vermemesi, sağlam bir Yol disiplini elde etmesidir. □ Alevi YOL geleneğinde düşünce ve inancını yeri geldiğinde takkiye etmenin iki önemli gerekçesi vardır:
Toplumsal yaşamda kendilerini dış düşmanlardan korumak, onların saldırı ve baskılarını aza indirgemek ve her mertebenin bilgisini her insana söylememek, bu vesileyle, taşıyamayacağı bilgi yükünü o insana yüklememektir.
Yol’a giren insanın kendini ve Yolu dışardan gelecek her türlü tehlikeye karşı koruyabilmesi için, gerektiğinde nasıl takkiye etmesi ( saklaması ) gerektiğini öğrenir. Musahiplikte «Yârın yanağından gayri, her şey ortaktır». Sevinçleri, mutlulukları, güzellikleri oldugu kadar; acıları, zorlukları da paylaşırlar. Musahipler birbirinin çocuklarını kendi çocuklarından ayrı tutmaz. YOL kapısını, bir kendini arama, özünü bulma, kısacası bir içe kapanma kapısı olarakta tanımlayabiliriz.
Sufiler bu hali tırtılın kelebeğe dönüşmesi için kendi etrafına koza yapma durumuyla da örneklendirirler. Ipek böceği çevreden gelecek olan olumsuz etkileri azaltmak için kendi etrafına bir koza örer. Amacı bu koza içerisinde bir dönüşüm sürecinden geçerek rengarenk bir kelebeğe dönüşmektir. Işte, YOL kapısını, bu metafora benzetebiliriz.
Sufiler YOL kapısını, yani kişinin öze giden ve köklü bir ruhi dönüşümden geçen yolu bu sembolle ifade etmişlerdir.
Bu söylem YOL kapısındaki bireyin iç dünyasına ışık tutar. Hukuk ehli, Spriat gibi Allah’a ulaşmak için Mekke’ye gitme geregi duymaz. Zira, Hakk’a bakış açısında ve bu açıyı elde edecek ruhsal olgunluğa erişmiştir. Onun için Hakk, şekil ve biçimden uzak, varlığın özüne yansıyan kuvvet ve kudret olarak tasavvur edilir.
Anasır-ı Erba öğretisine göre ateş elementini simgeleyen Yol kapısı, dışsal ve yüzeysel kavranan dünyadan, içsel ve derini yaşantıya bir geçiştir.
Hukuk kapısında öğrendiği kuralların bilinç ve ruhun gelisjmi için bir araç olduğunu, idrak etmeye basjaymca, Hukuk kurallarının ebedi ve hakiki olmadığını bilir, bu yüzden o kurallara daha başka bir göz ile bakar.
Aslında eski kurallar da değişerek, yeni bir biçime bürünmüştür.
MARİFET - SU
- Edepli (el, dil, bele sahip) olmak
- Bencillik kin garezden uzak durmak
- Nefsine hakim olmak Hiç birşeyde asjrıya kaçmamak
- Sabir azim ve kanaat
- Utanmak (uygun olmayandan kaçınmak)
- Cömertlik (paylaşmak)
- Sezgisel aklı kullanmak ilim öğrenmek
- Hoşgörülü engin (miskin) olmak
- Özünü bilmek Marifetli olmak
- Arif olmak (ilm-el ayn-el yakın insanı kamil olmak)
Duygu ve ilimde en yüksek düzeye ulaşmak Haksal sırları fark etmektir. Marifet kapısı, ilahi-asjkm dervisjn gönlünde tutuştuğu, ve Kamil İnsan mertebesine kadar kendisine mürsjtlik edeceği ruhi ve manevi bir tekamül aşamasıdır. Bu aramadaki insana derviş denir. Hacı Bektaşi Veli’nin sözleriyle ifade edersek «Marifet, Hakkı kendi özünde bulmaktır». Bu mertebeye gelmiş kisj, neye yönelirse o alanda basarı elde eder. Eger zahiri ilimlere verirse kendini öğrenme askıyla bir alim olabilir, Batını ilimlere verir, dervisjik yolunda ilerlerse bir mürsjdi kâmil olup insanları irsat edebilir. I'lahi-aşkın türlü tezahürleri ve yansıma biçimleri vardır. Bunlara örnek olması için, bir kaçını sıralayalım: □Anadolu Alevi geleneğine damgasını basmış büyük üstatlardan biride, Fazlullah’ın öğrencisi Nesimi’dir. Yola olan bağlılığı ve tutkunluğuyla tanınan Nesimi, Bagdat’da spriat ehli tarafından derisi yüzüldüğünde pek gençti. Söylediği sözler spriat ehli tarafından anlaşılmadığı için küfür sayılmış, ve hunharca katledilmiştir. Nefesleri, ledün ilmine vakıf, sırrı hakikate erişmiş, büyük bir üstat olduğunun açık delilidir. Nice yol ehli onun nefeslerinden ilham ve feyz almıştır. O, inandığının doğruluğunu ve hakikat olduğunu bildiği için yolundan dönmemiş, ve bu uğurda şehit olmayı dahi göze almıştır. Hukuk, marifet kapısı arasındaki fark, Nesimi’yle onu öldürenlerin arasındaki fark kadar büyüktür. Hakla Hak olma ENEL HAK
HAKİKAT -TOPRAK
- Turab toprak (alçakgönüllü verimli) olmak
- Tüm insanları (72 milleti) bir görmek.
- Elden geleni (her türlü iyiliği esirgememek).
- Kimsenin ayıbını görmemek.
- Tevhit (birliğe yönelmek ve yöneltmek)
- Vahdeti mevcut - vücut (varlığın birliği yaratılanı sevmek
- Manayı bilmek (sırrı hakikati öğrenmek)
- Seyr sülük (tanrıdan halka dönmek)
- Gerçeği (ehli olmayanda) gizlememek.
- Hakk’a ulaşmak (Hakla Hak olmak)
Hakkı görmek, zaman ve mekân üstü Tanrısal Demin kudreti içinde Devr-i Alem’e dönmektir. Dört Kapı Kırk Makam öğretisinin son kapısı olan Sırrı Hakikat Kapısı, Hünkarın deyimiyle, «Hakk’ı kendi özünde bulma» makamıdır. Bu kapıda, can gözünü perdeleyen perdeler bir bir açılmış, hakkı da bâtın!' ve zahiri dünyayı da görür olmuştur.
Bir insana baktığında onun bulunduğu makamın derecesini hemen anlar, vaziyete gelmiştir. Hallacı Mansurun, «Enel Hak» diye seslendiği kemalet makamıdır. İnsan, makro alemin (uzayın) değil, mikro alemin de aynası olduğunu ve onları yansıttığını bilir.
Yaşanmış menkıbe ve olaylardan örneklerle bu kapıyı anlatmaya çalışalım: Bir Alevi köyünde, bütün yasjılar bir araya gelirler ve Hakk’ı aramaya karar verirler. Dagtaş demeden gezerler. Bulmadan geri dönmeme kararı alırlar, fakat aradan epey bir zaman geçince, birer ikişer elleri bos, dönmeye başlarlar. Dönenler köy kahvesinde otururlar ve kendilerinden sonra dönenlerle alay etmeye başlarlar. Çünkü, böyle bir iddiayı deli saçması bulurlar.
Her yeni dönene eskiler : «Ne o, buldun mu Hakk’ı, nasıl bir şeymiş» diye alay ederler. Sonunda hepsi geri döner fakat bir tanesi geri dönmez. Köylüler merak eder ve beklerler. Kırk gün sonra, saçı sakalı bir birine karışmış vaziyette oda döner gelir. Herkese yöneltikleri soruyu yarı alaycı bir şekilde ona da yöneltir ve şöyle derler : «Ne o, Hakk’ı buldun mu ?» o da, «evet buldum, bendeymiş, meğer, sana bana benziyor» diye yanıt verir. Görüldüğü gibi, onca insan arasından ancak hakkı bulmak, bir insana nasip olur. Adından alevi inanç ve kültüründe sıkça bahsedilen Gruhü Naci denilen zümre, Hakikat Kapısına varmış, Hakla hak olmuş, özündeki ilahi kaynağa dönmüş, sır perdesini ortadan kaldırmış, Kamil İnsan mertebesindeki insanların verilen bir isimdir. Bunun, kimilerinin zannettiği gibi zahiri soy, sopla, kanbagiyla alakası yoktur. Gruhü Naci demek, can gözü açılmış, hakikati perdesiz gören insan demektir.
7. Devir daimlik, don değiştirme - Reenkarnasyon- Semah ve kutsal döngü “Bütün evren semah döner”
Bizim inancımızda can ölmez hak’ka yürür, hakk’a yürüyen canımızın ayrışmı yani canın bedenden ayrılması kırk gün sürer kırkıncı güne kadar bedende bulunan bazı hücreler isjevini sürdürür.
Bugüne kadar yaşam boyunca gitmediğimiz camilerde, inanmadığımız imamlarla, anlamadığımız dillerde yaptığımız tabii ki mecburi olarak başka alternatifi olmadığından en azından göçerken bir hayır alalım hikayesi ile yaptığımız Hakk’a yürüme erkânı artık Alevi öğretisine göre anladığımız dilden, kendi telli kuran'ımızla, kendi değişlerimizle, kendimize has dualarımızla gülbenklerimizle yerine getirmeye çalışmalıyız.
Alevi-Bektasjlikte erkek, kadın, masum ve çocuk ayrımı yapılmaksızın herkese «Can» denilir. Bu herkesin Hakk’ın ve halkın huzurunda eşit olduğu anlamına gelir. Basjka inançlarda, «ölüm kavramı» yok oluş, geri gelmeme, bu dünyadan ayrılış, anlamına gelirken, Alevi-Bektasj düşüncesinde «ölüm» kişinin, don değiştirerek Hakk’a kavuşmasıdır.
Öğretimizde ölmek terimi yerine genellikle «Hakk’a yürümek», bunun yanı sıra «kalıbı dinlendirmek», «don değiştirmek», «Dünyadan göçmek» gibi adlandırmalar kullanılmakta Gömülme durumu ise «sır etmek», «sırlamak» şeklinde söylenmektedir. Bu «Hak’tan geldik, yine Hakk’a döneceğiz» sözüyle ifade edilir ve «Hakk’a Yürüme» olarak adlandırılır.
Hakk’a uğurlanacak, Hak ile bir olacak canın bu uğurlanmasına yönelik her türlü hizmeti,
«Hakk’a Yürüme Erkânı» doğrultusunda yapılır. Alevi-Bektasj inancında «canın bedeni terk etme- sine», Hakk’a yürüme adı verilir. Hakk’a yürümek, insanın «biçim» halinden kurtulup, «öz»e dönmesini ifade eder.
Yolumuzda «ölmeden evvel ölmek» inancı, insanın kötü huy ve alışkanlıklarından arınarak ömür sürmesidir. «Ölmeden Evvel Ölmek» uygulaması, Hak Meydanı’nda, canlar huzurunda özün dâra çekilerek sorulmasıdır. Kazılmadık mezar, çıkmadık can, sarılmadık kefen, ılımadık suyun hesabı bu meydanda verilir. Bu meydanda verdiği ikrara sadık kalan canlar, Pençe-i Ali Aba'dan/Tarik’ den geçer.
İnancımıza göre kişi toprağa gömüldüğü andan itibaren sır olmaktadır. Bu nedenledir ki, gömmek yerine «sır etmek» terimi kullanılır.
Hakk’a yürüyen canın üstündeki giysilerin çıkarılmasından sonra üstüne örtülen beze de «sır örtüsü» denir.
Hakk’a Yürüme Erkânı bu anlamıyla bedeni toprağa, canı Canan’a «uğurlama» erkânıdır.
İnancımızda, esas olan Çan’dır. Beden, canın yaşamı boyunca tanınmak için giydigi bir elbise gibidir. İnancını akıldan alan, Alevi-Bektasj toplumu bu esas görüş doğrultusunda, organ bagis,ını da yolun bir geregi saymaktadır. Görevi bitmiş, bir bedenin yas,amını daha sağlıklı bir şekilde yürütecek bir Can’a verilmesi inancımızla ve can anlayış,ımız ile tamamen uyuşmaktadır. Bu şekilde organ bağışı yapılan Can’ın bedenide hastahane koşullarında kefenleneceginden «Rızalık Darı’na» kadar bir hizmete gerek kalmayabilir.
Aleviler-Bektasjler tarafından ikrar vermek, nasip almak olarak da tanımlanan bu olay, toplumun üyesi olan bireyin, yine toplumun diger üyelerinden, canlardan rızalık alması şeklinde bir hizmet bütünlüğünde, Cem içinde gerçekleştirilir. Cem de örtülen «beyaz örtü», «ölmeden evvel ölmenin», bir anlamda canın nefsine hâkim olmasının simgesel ifadesidir. Bu erkân, Alevi-Bektasj süreklerinde her yıl yinelenmektedir. Buna «bas, okutmak, görülmek ya da sorulmak» adı verilmektedir. İnancımızda asıl “ölüm” böyle gerçekleşir. Bu nedenle bedensel ölüm, kalıbın dinlendirilmesinden başka bir şey değildir.
Canlarımız «Hakk’a Yürüme Erkânı’nı» yolumuza uygun yürütürken, «Yol bir sürek bin bir» anlayışın doğrultusunda, yerel özgünlük ve farklılığı da gözeterek Gülbenk, deyiş, nefes, düvaz ve devriyelere yer verebilirler.
Alevilikte hiç bir şey ölmez, her şey boyut veya don değiştirir. Her şey , devir daim olur
Toprağa bir tohum attığınızda, o tohum boyut değiştirerek, önce kökünü, sonra dallarını, yapraklarını, meyvalarını ve çekirdeklerini verir. Meyvanın içinde var olan bu çekirdek başlangıçtaki tohumun aynısıdır. Başlangıçtaki tohum farklı şekiller alarak don değiştirirse de, farklı boyutlar alsa da, öz olan tohumuna yeniden dönüşür. Dalında var olan bu meyvaların bir kısmı, toprağa düşerek özüne kavuşur, yani anasır olan dört elemana geri dönüşür. Diğer kısmı ise canlılar tarafından yenilir. Bu yiyecekler, canlıların midesi ile ezilir ve dışkı yoluyla, toprağa gübre olarak dönüştürülür. Tüm canlılar bu devir daimîliği sonsuza dek yaşatmak için var olurlar.
Erenlerimiz erkânlarımız da, bu devir daimi anlatmak için, hiç bir zaman bir insana veya canlıya “ÖLDÜ” demezler. “Hakk’a yürüdü” derler. Var olan varlığın birliğine toprağa geri döndü derler. Turâb oldu derler. Buradaki Hak bilgisi varlığın birliğidir. Hakikât’dır, topraktır.
Devr-i daim, bilimdeki reenkarnasyon ile aynı bilgidir. Yaradılış düşüncesine inanalar tarafından reenkarnasyon karalanmaya ve saptırılmaya çalışılmıştır. Bilim adamı Darwin’in bahsettiği “ Toute est une transformation de vie” “Her şey bir dönüşümdür” veya “Maymundan gelmeyiz” düşüncesinin altında bu devr-i daim gerçeği yatmaktadır.
Dünyada ve evrendeki her şey bir döngü ve dönüşüm içerisindedir. Bu varoluşun en önemli sırrıdır. Önce, yosunlar ve tek hücreliler, devamında balıklar, balıklardan sürüngenler, sürüngenlerden dört ayaklı hayvanlar, dört ayaklılardan iki ayaklılar, iki ayaklılardan uçan kuşlar ve maymunlar, maymunlardan da insanlar var olur, denmesinin altında bu devr-i daimîlik felsefesi yatar. Tabiki bu dönüşüm 100 yıl yaşayan bir insanın ömrüne sığmaz. Bu evrim teorisi milyonlarca yıl içerisinde gerçekleşmektedir.
Bakın Aşık Veysel bu devir daim ve döngüyü nasıl anlatmıştır ve spikerin sorduğu soruyu nasıl cevap vermiştir. Spiker sorar: Ben ölünce mezarıma asla taş koymayın, çimento dökmeyin demişsiniz. Neden?
Aşık Veysel: “Eğer gözlerim olaydı, ben toprağı görmeyecektim. Özelliklerinin farkında olmayacaktım. Çiğneyip geçecektim toprağı. Ben öldükten sonra üzerimde otlar yeşersin, çiçekler açsın. Taş kapatır, çimento örter. Hiç kimse istifade edemez. Benim toprağım bu milletime hizmet etsin. Orada biten otlardan koyun yesin et olsun, kuzu yesin süt olsun, arı yesin bal olsun. Yoksa taşın altında yatmakla bir faydam olmaz” der ve dünyadaki devir daimîliği, varoluş ve döngünün sırrını bizlere aktarır.
Sıdkı Baba BEYT’i
Ondörtbin Yıl Gezdim Pervanelikte,
Sıtkı İsmin Duydum Divanelikte.
İçtim Şarabını Mestanelikte,
Kırkların Ceminde Dara Düş Oldum.
Kırkların Ceminde Haydar Haydar
Dara Düş Oldum
Güruh-u Naciye Özümü Kattım
Adem Sıfatından Çok Geldim Gittim
Bülbül Oldum Firdevs Bağında Öttüm
Bir Zaman Gül İçin Zara Düş Oldum.
Kırkların Ceminde Haydar Haydar
Dara Düş Oldu
Asik DAIMI BEYT’i
Daimiyim Harâb Benim
Ayaklara Turâb Benim
Aşk Ehline Şarâb Benim
Mademki Ben Bir İnsanım
Aşık Hüdai BEYT’i
Bütün Evren Semah Döner
Aşkından Güneşler Yanar
Aslına Ermektir Hüner
Beş Vakitle Avunmayız
Erenler doğadaki her şeyin döngü ile var olduğunu gözlemlediler.Bu nedenle alevi ritüelinde semah dönülür. Örnek verecek olursak; parmak izi döner, gülün içi döner, ağacın içi döner, yeni doğan çocuğun başındaki saçı döner, sakalınız döner, salyangozun kabuğu döner, damarlarımızdaki kan döner, ay döner, dünya döner, güneş döner, galaksi döner, atom çekirdekleri döner,...
Bir çok inanışlarda bu döngünün izine rastlayabilirsiniz, Budizm’de, Budha’nın saç ve sakallarından tutun, Darius ve Ahura Mazda’nın da statülerindeki sakallarına kadar bu kutsal döngünün işaretlerine rastlayabilirsiniz.
Mevlana, “Benim kalbim beni atar ve toplar damarlarımla dönerek var ettiği için ben de kendi etrafımda dönerim” der ve döner
8. Yol’a İkrar verme “dönen dönsün ben dönmezem yolumdan”
İkrar alevilikte yola girmek için verilen sözdür,
İkrar : Aslı Hak sevgisidir, dibi müminlerin gönlüdür yani Hak agacı, kabuğu hayadır Nefsine hakim olma, odunu Şükürdür, budağı takvadır kötü alışkanlıklarda uzaklaşma, yaprağı tövbedir, olgun meyvesi ilahi iyliktir. İkrar sözdür, sözünden dönen mattır. İkrar verip ikrarına sahip çıkmayan, bu yolda ölmüs, bir agâçdır. İkrar alma töreni, İkrar Cem’idir.
İkrar almak, Mürsjt yada Pirin yola giren Can’ın verdiği sözü, yaptığı açıklamayı dinlemesi ve ikrar Cem’inde bulunan canların katkısıyla onaylaması kabul etmesi.
İkrarların amacı: Hatayı azaltma. özgürce bireye öz güven kazandırmak. İnsanı vasıflı kılmak, eğitimle geliştirmek. Bireyin özgür gelisjmi ve toplumsal dayanışmasını savunmak. İnsanların dayanışmasının, gelişmesinin, bireyselliği asmanın aynı zamanda inancının geregi olduğunu bilmesidir. Çıkarsız, riyasız, ödünsüz, hiç bir fark gözetilmeden yerine getirilmesi anlayış, ve inancında odaklasjr. Yas,amı doğru ve güzel kılma, sevgi ve dostluk zenginliğini geliştirmek.
9. Kırklar meclisi
Insan-i Kamil mertebesine ulasjmıs, Hakk’la Hakk olmus, güruh-ı Naci topluluğudur. Alevilik’teki mistik yapıyı vahdet-i vücut felsefesini ve Kemal adamasını simgeleyen kırklar Meclisi, senliğin benliğin kalktığı, herkesin esjt sayıldığı, kırkının bir, birinin kırk göründüğü birlik makamıdır. Kırkların, içersinde 17'sinin bacılardan olusjması Alevilik’te kadına verilen önemin ve esjt degeri de vurgular. Alevi aynül Cemleri, tasavvuf inancına göre kırklar meclisine dayandırılır. Ilim kapısı dediğimiz Hz. Ali bu arifler meclisinin (velayet makamının) başmanıdır. Velayet Sahı’dır.
10. Özünü dara çekmak - Dara durmak
Alevi-Bektasj inancında dar ünlü tasavvufçu Hallac-ı Mansur’un asıldığı direk anlamına gelir. Dara durmak, insanın kendi özünü dar’a çekmesi, Cem de canını hak uğruna vermeye hazır olduğunu teslim-i rıza ile göstermesidir.
Dara çekmek; Mürsjd’in, Pir’in, Dede’nin talibi hatasından dolayı sorgu suale çekmesi varsa alacaklısı alacaklıya teslim etmesi, yada dar-ı özürdar olarak sorgusu yapılıp dardan indirilmesi. Dar sonunda Dede talibe çoğunlukla bir ceza verir. Dar, Özünü dara çekmek, Dar Pirleri gibi Hak yolunda ser vermek kıyamla Allah- Hakk'ın huzurunda durmak demektir.
Dar dört türlüdür:
Mansur darı yani mansur gibi Hak yoluna serini vermektir (Dar ağacında bir beden salandıglnda, elini nasıl gögsüne götüre bilir Basj öne egik, ayaklar ve kollar salanır). Ayakta dosdoğru durup sag elini kalbinin üzerine koyup, sol elini yanına salarak durur.
Fazlı darı Kafirler Fazlı'nın karnına hançer saplamısjardı. Fazlı, eğilip elini karnının üstüne basmıştı. Diğer bir sekli ile kafası kesildiği için talip yüz üstü yere yatarak Fazlı’nın Hakk’a yürüyüş, anını temsil eder.
Nesimi hazretleri taassubun batıl inancını pervasızca tenkit ettiğinde Nesimi sultanın oturtup derisini yüzdüler.
Fatime darı, Resulü Ekrem efendimizin yanında bulunan torunları Hasan'la Hüseyin den su istedi. İkisi birden koftular Dedelerine su getirmek için. Imam Hüseyin acele ettiğinden sol ayağının bas, parmağı bir s,eye dokundu kanadı. Utancından dedesi görmesin diye sag ayağının bas, parmağını kanıyan parmağın üzerine kapattı. Fatime ana parmağını sardığı için Fatime darı denildi.
Talibler meydan yerine geldiklerinde önce Mansur darını, sonra Fazlı darını üçüncü de Nesimi darını dördüncüsü Fatıma darını eda ederler. Önce Mansur gibi dogru durur sonra Fazlı gibi egilir, niyaz olduktan sonra Nesimi gibi oturur. Fatıma darı ise her üç darda da eda edilir. Canlar dar'a geldiğinde ve gittiğinde sag ayak parmağı sol ayak parmağı üzerine konur.Muhammed Ali'nin yolunda dar mukaddesdir Talibler darda I'ken edep erkân oturulur .Pirden baska kimse konus,amaz. DYukardaki dört ana dar çesjdinden bas,ka dar çesjtleri s,öyledir.
Dar çeşitleri
1- Müsahip tutma darı 2- Bas, okutma darı 3- Yargılama darı 4- Düşkünlük darı 5- Muhabbet darı 6- Yas,am sonu darı yada dardan indirmede denir. 7- Oniki hizmet sahiplerinin toplu darı 8- Hz. Muhammed’in mihraç darı.
11. Rizalik Sehri
Aleviler, toplumsal yardımlaşma ve dayanışma konusunda tüm insanlığa örnek oluşturabilecek düzeyde ileri bir ahlaki özelliğe sahiptir. Gerek Cem evlerine yapılan bagisjar veya dağıtılan lokmalar, gerekse musahiplik dolayısıyla gerçekleştirilen sosyal dayanışma Alevi toplumunda yoksulluğu yok denecek kadar azaltan yardımlaşmadırinr. Rızalık, sadece Cemler de degil, tüm toplum içinde ayrımlaşmayı da ortadan kaldıran ve bu yolun sürülmesinde önemli ve ideal bir toplumsal düzendir.
Rıza üç türlüdür.
Birincisi: Kisjnin kendisi ile rızasıdır. Kendi, kendi ile rıza, Pir önünde basj secde de iken kendi kendini
ölçmesi, kendi kendini yargılamasıdır. Kendi özü ile yüzleşmesi, hiç kimsenin tanıklığı, sjkâyeti olmaksızın kendi özünü yargılamasıdır ve kendi suçunu kendi gözü ile görmesidir. Pir önünde secdeye durmak, Tanrı katında secdeye durmaktır. Is,te kişinin kendi rızası ile kendi özü ile yüzleşmesidir.
İkincisi: Kisjnin toplumla rızasıdır. Bu kisjnin içinde bulunduğu toplumdan, toplumun kişiden rızasıdır. Bunun kuralları bellidir, yolumuzda kisjnin eline, diline ve beline sahip olması gerekir. Bu üç mühür kisjyi kötülükten uzak tutar, bunları yerine getirmezse kendini bulamaz, toplum ondan, o toplumdan razı olamaz.
Üçüncüsü: Kisjnin tarikatla rızasıdır. Yolumuza giren can rıza ile girer, hiçbir zorlama, hiç bir baskı söz konusu bile değildir. Yolumuza rıza ile giren canın yolumuzun gereklerini inanarak, severek, rıza ile yerine getirmesi gerekir. Yolumuza giris, musahiplikle basjar. Musahip olmak demek malı mala, canı cana katmak demektir.
olsun bütün tarikat ehlinin her an rıza ile is, yapması gerekir, kendi aralarında rıza oluşturmaları gerekir ve rızadan dönmemeleri gerekir diye buyurmuştur. Tarikatta rıza musahiplikle baslar. Musahipler arasında gerçek anlamda rıza olursa tarikatta rıza olur. Tarikatta rıza olursa toplumda rıza olur, toplumda rıza olursa kişinin özünde rıza olur. Böylece üç rıza birleşmiş, olur, el ele, el Hakk’a ulaşır.
12. Düşkünlükler ve toplum içerisinden dışlanma
Bir diger önemli Alevi toplumsal kurumu da Düşkünlüktür. Düşkünlük kurumu geçmişte çesjtli nedenlerle ortaya çıkan suçların değerlendirmesini yaparak toplumsal düzenin sağlanmasında önemli bir rolü üstlenmekteydi. Alevi toplumsal yas.amında “razılık” konusu büyük önem taşımakta olup, Aleviliğin temel ibadeti olan Cem ibadeti katılanlar birbirinden razı olmadan basjamaz, önce razılık alınırdı.
Birbirleriyle konusmayan, dargın olanlar Dedenin huzurunda mutlaka barıstırılır, barısmayanlara çesjtli yaptırımlar uygulanırdı. Düşkün olan kişiler toplum tarafından disjanır, hatta sürgün bile edilirlerdi.
Halk Mahkemesi olarak da nitelendirilen Düşkünlük Meydanı başka bir deyisje yargılama süreci kısaca şu şekilde işler:
A- Haksızlığa ugîayan ve/veya buna sahit olanlar ve hatta vicdan azabı duyan suçlu kisj Dede’ye bu konuyu iletir. Bu konunun Dede’ye intikali, Cem sırasında olabilecegl gibi Cem dısjndaki bir ortamda da olabilir. Düskün kisj Talip veya Dede olabilir. Tek farkla ki Dede’yi onun bag'lı oldugu Dede yani Piri veya Pirinin de bulundugu Dedelerden olusun bir grup Dede yargılar. Düskün ilan edilen Dede posta oturamaz, baska bir deyisje Dedelikten men edilir.
B- Dede bu duyum üzerine konuyu Cem esnasında gündeme getirebilir veya konu yine olayın tarafları veya sahitlerince Cem meydanına getirilebilir. Meselenin Cem’e getirilmeksizin karsjlıklı razılıkla çözüldügu durumlar da mevcuttur. Ancak genel kural, sorunun Cem’de çözülmesi seklinde olmaktadır.
C- Cem sırasında konunun tarafları dinlenir. Dede, Cem Erenleri olarak anılan Cem’in özellikle dedesoylu yaşlılarının ve hatta cemaatin de görüşüne başvurmak suretiyle, karar verir. Eğer Dede cemaate sorunla ilgili danışırsa talipler “Dilli basjı mıyım Erenler?” diyerek söz isterler ve Dede’nin oluruyla görüsjerini ifade ederler.
D- Topluluk huzurunda Dede’nin açıkladığı karar kesindir. Nadir hallerde Dede karar vermekten kaçınarak konuyu Pîrine havale edebilir. Yine istisnai durumlarda düşkün, Anadolu’daki Alevilerin Düskün Ocagl olan ve Erzincan’ın Ocak Köyü’nde bulunan Hıdır Abdal OcagTna veya Hacıbektas, İlçesinde bulunan Çelebilere yollanırlar. Suçlanan kisj veya kisjler cezalandırılabileceg'i gibi affedilebilirler de. Verilen cezalar maddi veya manevi olabilirler.
E- Bazı hallerde sitemi kesilen (cezalandırılan) kişinin verilen karara uymadığı yani maddi- manevi cezasını yerine getirmemesi nedeniyle konu yeniden Dede’ye getirilebilir veya yukarıda belirtildiği gibi, iki üst makama yollanabilir. Cezanın aglrlıglna göre düskünlük cezası toplumdan dısjanmaya kadar varabilir. Toplumdan dısjanan kisjyle ailesi dahil herkes iliskiyi keser, Cem ve cemaatlere alınmaz. Kurban kesemez, kurban lokması yiyemez. Bazı bölgelerde bu toplumdan dısjanmısjık yıllar sürer. Ancak Dede’nin huzurunda toplanan cemaat affedilmeyi sağlayabilir.
Düşkünlük bir Alevi için çok büyük bir küçümsenme ve dışlanmayı beraberinde getirir. Düşkün’e ailesi dahi sahip çıkamaz; düşkünün musahibi de manevi açıdan topluluk önünde sıkıntılı durumdadır, çünkü onun yol kardesj artık içinde yaşadığı toplumun dısjadıgi bir kişi olmuştur.
Kisjnin isjedigl “Yol”a aykırı her fiilin ayrı cezası veya karsjlıgl vardır. Düşkünlerin aldıkları bu cezalara Aleviler’de “sitem” de denilir.
13. Hurufilik, harf ve sayılardaki sırlar, ebced hesaplaması, Fazullah Hurufi
Hurifilik, her şeyden önce Batîni inanç sistemidir. Batîni sistemlerin birçok ortak özelliğini taşır. Bu özellikler arasında kısaca, âlemin baslangıçsız oldug'u (önsüz), kötü ruhların bedenden bedene geçerek azap çekmeye devam ettiği, iyi ruhların ilâhi varlıkla birleştiği, dinlerin iç (batın) anlamıyla anlaşması gerektiği, bununda ancak te’vil (yorumlama) ile yapılabileceği, bu yorumlama çabalarında ise harflerin özel anlamları bulunduğu şeklinde inançları vardır. Hurufilik genel anlamda harfcilik (harflerden anlamlar çıkarma) demektir.
Tassavvuf ‘da Tanrı-evren-insan ilişkisini bir bütünlük içinde gören ve insanın tanrısal niteliklerle (erdemlerle) donanmasını, gönlünü Hakk sevgisine bağlamasını amaçlayan dinsel-felsefi düs,ünce’dir. Fazlullah bir çok yerlere gidip yürüttüğü sohbetlerde büyük bir saygınlık kazanır. 1376 ya da 1386’da İsfahan’da (Iran) kendi inanç sistemini (Hurufilik) yaymaya basjar.
Bu ilk yedi kisjyle bu yeni inanç yayılmaya ve hızla gelişmeye basjar. Sonra Timurlenkin oğullarından Miransah’in emriyle tutuklanır ve Alıncak kalesine hapsedilir. Burada öldürülür ve cesedi ayaklarına bağlanan iplerle çekilerek, çarsj pazar dolaştırılır. O'nun müritlerine karsj bir çok katliamlar yapılır. Bu baskı yüzünden mürütleri çeşitli yörelere göç ederler ve öğretilerini baska yerlere de yayarlar.
Harfler, sayılar, yazının ortaya çıkışı (Huruf ilmi)
12’ler ritüeli ve HAYVAN RESİMLERİNDEN HARFLERE GEÇİŞ
12’ler bilgileri, 12 imamlar, 12 havariler, 12 saat, 12 burç, 12 ay, 12 gezegen... 12 kültünün tarihi bizlere ve insanlığa, antik tarihten kalmıştır. Astrolojideki hayvanlar, Mısır piramitlerindeki hiyeroglif (hayvan motiflerini) yazılar, göbekli tepedeki hayvan motiflerini incelediğinizde, harfler ile hayvanlar arasındaki bağlantıyı görürüz. Harfler, hayvan resimlerini çizerek ortaya çıkarılmıştır.
Astrolojideki yıldız kümeleri olarak çizilen bu hayvanlar ile, Nuh’un gemisi dedikleri hayvanlar ayni hikayeden ibarettir. Mısırdaki krallar ve tanrı motifleri de hayvan kafalıdır. Yazı, Latin alfabesi ile günümüzde son bulmuştur. Alfabe tarihi incelendiğinde figüratif hayvan motiflerinden, sembolik yazılara, devamında fonetik seslendirmelere ve nihayetinde hiyeratik yazılara bir geçiş söz konusudur.
YAZI İCADI ve HARFLERE GEÇİŞLER:
Pahetnofre - Hermes I - FİGÜRATİF
Arihosnofre - Hermes II - SEMBOLİK
Agathodremon - Moui (Günesin Oğlu) - FONETİK
Thoth - HİYERATİK
Yazılar, HARFLER, astrolojide de olan bu hayvan resimlerinin sayesinde ortaya çıkmıştır. Bahsettiğiniz tüm yazılar eski Arapça, farsça da dahil olmak üzere, tüm harfler bu gerçek üzerine kuruludur. Bilim, inançlar ve düşünce bu şekilde gelişmiştir. O Harfler veya hayvanlar bu sebepten kutsallaştırılmıştır. Çünkü DÜŞÜNCENİN, KELAMIN, DEYİŞLERİN BAŞLANGICIDIR, HARFLER
Geçmişte dünyanın derinliklerinde yaşadığına inanılan bu 12 hayvanlar, 12 yıldızlar, 12 burçlar dedikleri canlılar, Nuh’un gemisinde kurtulan 12 canlılardır. Kolunuzdaki saatiniz, 12’ler gerçeğini anlatmak, hatırlatmak ve unutturmamak için çarkı felek gibi döner.
Bu canlıların geçmiş tarihlerde arşta, yerin yüzünde yasadıklarına ve dünyanın derinliklerinde helak, taş ve DÂR’da olduklarına inanırlardı. Bu bilgiyi Marifet Name’de de bulabilirsiniz. Prometheus’ün hikayesi gibi dünyaya mıhlanmışlardır ve taş olmuşlardır. 4 ana eleman, 4 kapı , 4 melek inancı buradan kalmadır. 12 burçlar (hava, ateş su ve toprak) olmak üzere o nedenle 4’e bölünmüştür. ÇARK-I FELEK derlerdi ve YILDIZ kümeleri ile bu hayvanları simgelerlerdi.
Eskiden inanış şekillerini yeniden hatırlayalım. Kendi külünden kendini var edecek Anka veya tavus kuşu., Arştaki ASLAN, SIR olan Mehdi, Dünya öküzün boynuzları üzerinde
Erenler ‘imiz Astroloji bilim dalı ile ilgilendiler. Astrolojideki 13. Hayvanda yılandır, büyük ejderha olarak da tarihte geçer. Dünyanın var oluş seklini incelediklerinde, haritaları çizdiklerinde, Hindistan’ı aslana , Himalaya dağlarını da zümrüdü Anka kuşuna sekil olarak benzediklerini görmüşlerdir. Çarkı felek tamamlandığında, kendi külünden kendini yeniden var edeceklerine inanırlardı. Bu çarkta büyükler küçükleri , küçükler ise büyükleri var eder. Dünya tarihi bu gerçek üzerine kurulu. Bu tarihi gerçek yok edemeyiz.
yy da Saint Yves d’Alveydre’ un yazdığı “Arş metresi” kitabında yapmış oldu çemberin içinde 12 ler bilgisi vardır. 12 gezegen, 12 renk, 12 nota, 12 burç, 12 açılar, 12 meridyen ve paraleller, ... vs. Harfler, sayılar, yazılar ve bilim bu 12’ler üzerine kurulmuştur. Dünya ve insanlığın tarihindeki, kendini arayışın başlangıcıdır. 12 imamlar bilgisini veya 12’ler kültünü belleklerden silmek mümkün değildir. Alevilerde dünya tarihinden kendine düşen payı almış, 12’lerini 12 imam olarak kabul etmiş ve bugünlere kadar koruyabilmişlerdir.
Alevilikte 4 kapı olduğu gibi , 4 çeşit de dâra durma şekilleri vardır. İşte FAZL’I DÂR’I , Fazullah Hurufi’nindir. HURUF, HARFLER demektir. Sayı ve harfler ile ilgilendiği için soyadı HURUF kalmıştır. Fakat zaman asımından dolayı asimile olmuş ve buğun HURIFILIK başka bir akimmiş gibi anlatılmaktadır. Oysaki HURUF ilmi , harflerdeki sırları bilmekten geçer. Aleviliğin 4. Fazlı Darı’dır. Hurufi ilmini Cavidan Name’den okuyabilirsiniz.
İbreti baba ; “KUŞ DİLİ OKURUZ İRFANIMIZDA” PİR SULTAN; Sah-ı merdânın âvazı , Turna derler bir kuştadır Turna, Mısır’daki THOT ile aynıdır. Kelamlarımızın adı; KUŞ Dili’dir. Hermes olarak simgelenir. HERMES Merkür’dür. MERKÜR gezegeni, KUŞ Kanatlarıyla sembolize edilir. Doğadaki; kuş sesi, su sesi, kamış sesi(üfleme) ve demir seslerinden esinlenerek müzik aletleri yapılmıştır. ŞAN da gelişmiştir. Kamıştan, üflemeli çalgılar. Aslan pençesinden, bağlama ve ARP gibi telli çalgılar ortaya çıkarılmıştır.
Fransız Orta okul 1 kitaplarından bir alıntıyı sizlerle paylaşıyorum.
12 YUNAN tanrılarının aslında 12 GEZEGENLER olduğunu göreceksiniz
YUN.TANRI | LATİNCEDE | GÜCÜ | SİMGESİ |
1. ZEUS | Jupiter | Hava&Güç |
Kartal&Yıldırım |
2. HERA | Junon | Gökyüzü&Evlilik | Tavus Kuşu |
3. ATHENE | Minevre | Şimşek&Akıllılık | Baykış&Zeytin Ağacı |
4. ARTEMİS | Diane | Ay&İffet | Geyik&Krosan |
5. APHRODİTE | Venus | Aşk&Güzellik | Kolomb |
6. DEMETER | Ceres | Dünya&Doğurganlık | Orak&Buğday |
7. APPOLLON | Phoebus | Günei-Sanat&Harfler | Yay&Lir-Arp |
8. HERMES | Mercure | Yağmur& Belagat | Kanallar&Kadus |
9. ARES | Mars | Fırtına&Savaş | Kask&Mızrak |
10. HEPHAİSTOS | Vulcan | Yeraltı Ateşi& Endüstri | Örs&Çekiç |
11. POSEIDON | Neptün | Deniz&Öfke | Üç Dişli Mızarak&at |
12. HESTİA | Vesta | Ev&Evcil | Kustal Ateş |
Bu gezegenler, hayvanlar ve güçleri geçmişte tanrılastirililip, mistik hikayeler olarak bizlere anlatılıyordu. Bu da gerçeği arayışımıza gölge oluyor. Doğum yeri ve zamanınıza göre gezegenlerin insan üzerinde etkileri olduklarına inanıyorlardı. Bu düşünce halen astroloji bilim dalında bugünlere kadar gelebilmiştir.
14. Zülfikar, UTLARIN BİRLİĞİNİ simgeler, Zahir ve batin çatallaşmasıdır.
Zülfikar, ZITLARIN BİRLIGINI simgeler,” Zahir ve batin” çatallaşmasıdır. Pirimiz, Hünkâr Haci Bektaş’ı Veli’nin kucağındaki ASLAN ve GEYİK de ayni şekilde ZITLARIN Birliği’nin sembolüdür. Hayattaki her şey zıttı ile çatallaşır, çarpışır , çoğalır ve sonunda BIR olur. Bugün , doktorluğun ve eczaligin sembolünün yilan olmasi, nasil kötü bir anlama gelmiyorsa, kiliç da aynidir. Alevilikte Zülfikar kilici, bir savas araci olarak degil, zitlarin birliği, dogadaki çatallasmayi simgelemektedir.
Hasan dede BEYT’I
Kuldur Hasan Dede'm kuldur
Manayı söyleyen dildir
Elif hakka doğru yoldur
Cim ararsan dal bizdedir
Lübb'ül-Lübb Özün Özü
Muhiddin İbn Arabi
Virâni BEYT’i
Tâ ezel ezelden böyle kuruldu
Hâriciler her dergâhtan sürüldü
Kün deyince yedi kat yer duruldu
Bir harf ile binâ tuttu arşu’llâh
15. Miraç lama 7 kat yer ve 7 kat gök Bilgisi
Buyrukta anlatılanlara göre, Kırklar Cem’ine Hz Muhammed, bildiğiniz gibi ilk başta kapıdan içeri alınmaz. Fakat en sonunda
“Sırrı’l-kayyum, hadimü’l fukarayım, bir yoksulum” dedikten sonra içeri alınır.
Maalesef, eski kitapları veya deyişlerimizi derinlemesine incelenmediğimiz için, ciddi ve önemli bir bilgi gözden kaçırılıyor. Zaman içerisinde FAKİR kelimesi özünden saptırılıyor.
Eski dilde “FAKR” ile FUKARA aynı şeyleri ifade etmemektedir. FAKR ALEMİ; Yokluk, hiçlik, çıplak gözle görülmeyen alemdir. Fakir işte bu FAKR ALEMİ’ni noktanın içindeki gözle görülmeyen alemi bilen kişidir. FAKR Alemi, bir hücrenin içindeki 7 kat gözle görülmeyen alemdir. Atom, proton, nötron, elektron... Bu bilgiler fakr alemin bir parçasıdır. Noktanın içindeki 7 kat alem bilgisidir. Fakat bir de FUKARA vardır. Fukara işte parasız pulsuz olan kişidir. Mal mülk varlığı olmayan kişidir. FAKR ve FUKARA aynı şeyler değildir. Hz Muhammed de miraç gecesinde, kırklar Cem’inde bu “ FAKR” kelimesini kullandığı için içeri muhabbete alınır. O Miraç gecesinde, FUKARA olduğu için değil, FAKR alemini bildiği için Kırklar ceminden içeri alınıyor, Yoksa Hz Muhammed’in esi oranın, o zamanın en zengin kadınlarından biriydi.
Ne diyor Davut Sulari’miz; Müminler Fakir’dir, değil Fukara.
Vahdet ilmini bilen Nokta-ı âmâ yı da bilir. Ne diyor, vahdet name de; “Nokta-i ama ya girdik, yerleştik” Nokta ilmini bilmeyen, Vahdet’i de anlayamaz, miracı da anlayamaz. Nokta’nın içerisinde 7 kat alem vardır. Ağacın tohumunun içindeki 7 kat yer ve 7 kat gök bilgisi gibi. Bu bilgiye sahip olduğu için Hz İsa ve Hz Muhammed yerin 7 kat göğüne, 7 kat da dibine inmişlerdir denilir. Sizler de biliyorsunuz bu peygamberlerin hepsi insandı. Bugüne kadar bir insanın ruhunun göğe çıktığını kimse görememiştir. Ruh denilen şey göze gözükmez. Hadi farz edelim onlar peygamber, ama yine sizlerin insan olarak böyle bir olayı görme şansınız sıfırdır. Bir de yerin yedi kat göğüne cennete, yedi kat da dibine yani cehenneme gittikleri söylenilir. Mantığınızı çalıştırdığınızda, peygamberler bu kadar kötü insanlar mıydı ki cehenneme gittiler, sorarım size? Demek ki, anlatılanlarda sizlere iletilmek istenilen bir bilgi var . Önemli olan işte bu miraç bilgisindeki zahir ve batin ilminin sırrını anlamamızdır.
Bakın, Mevlana şunu diyor; “Kamıştan, şeker yapabilme bilgisidir, miraç.
Ve araştırdığınızda miracın bilgi olduğunu sizlerde kavrayacaksınız.
Miraç, Nokta’dan, tohumdan, zerreden içeri ve dışarı da
7 kat alem bilgisinin olduğunu bilmektir. İşte 7 kat alem bilgisi,
Alevilikteki 7 deryalar, İlm-i ledün bilgisidir.
Evren’de her şey bu 7 kat alem bilgisi ile var olur.
Erenlerimiz bunu böyle kabul etmişlerdir
Dünya 7 kat ile var - Dünyadaki 7 deniz -
Dünyada 7 kıta var - Dünya 7 kez su ile doldu boşaldı
Müzikteki 7 nota - Ulu ozanlarımız 7 kişi - Bağlamamız 7 telli
Gökkuşağı 7 kat - Günler 7 gündür - Gezegenlerin 7 si ayrıdır
İnsandaki 7 hormonlar - 7 çakralar - Elif , 7 noktadır
Musa’nın 7 levhası - Kur’an dakik 7 uyurlar, - Fatiha 7 Ayet -
Hristiyanlardaki 7 şandel, Mekke 7 kez tavaf edilir
İnsan 7’sinde ne ise 70 inde aynıdır - Süt dişleri 7 yaşında düşer
Nemruttaki 7 kafalar
Ay, 7 günde şekil değiştirir
Sümer kralı Gudea tapınağı 7 katlı
Hayat ağacı 7 dallı
Kafamızda 7 delik vardır -Kaş, kirpik ve saçımız sayısı 7’di Virani
Bilgelik evleri 7 katlı çatılardan yapılmıştır
-----
Gördüğünüz gibi 7 ler içerisinde çok sırlar gizlenilmiştir.
Miraçlama 7 kat YER ve 7 kat Gök ilmine, 7 deryalar bilgisine, ulaşabilmektir.
Bu 7 kat yer ve 7 kat gök alemine FAKR ( Yokluk, gözle görülmeyen, hiçlik)
ALEMİ denilmektedir.
VIRÂNÎ BEYT’leri
Yedi Derya Sohbetini Bahri Umman Anlamaz
İlmi Ledün manasıdır ahmak olan anlamaz
Küntü Kenzden Ders Okurusn Cahil Ondan Ne Anlar
Gözü Kör Kulağı Sağır Bibaserler Anlamaz
Tâ ezel ezelden böyle kuruldu
Hâriciler her dergâhtan sürüldü
Kün deyince yedi kat yer duruldu
Bir harf ile binâ tuttu arşu’llâh
Kul Himmet BEYT’i
Nice bin yıl geçti nice bin saat
Yer duruldu karşı geldi yedi kat
Zahir oldu Ali ile Muhammed
Karşısında dev dirildi dizildi
Edip Harabi BEYT’i
Yerleri gökleri yaptık yedi kat
Altı günde tamam oldu kâinat
Yarattık içinde bunca mahlûkat
Erzakını verdik ihsan eyledik
Pir Sultan Abdal Beyt’i
Benden selam söylen sofu canlara
Vücudun şehrini yuyanlar gelsin
Yedi kat göklerin yedi kat yerin
Kudret binasını kuranlar gelsin.
-
Yedi yıldız yedi aydur yedi yıl
Yedi yıl dahi geçince noldı bil
Uş kaçan on dörde irdi nev-civân
Cûşa geldi ol sâat deryâ-yı Nil
Mevc uruben taşdı kudretden Fırât
Akdı yani ummân oldı âb u gîl
Düşdi bir pâre âteş ol canibe
Yandı ol dem gâlib oldı od u yel
Gel Virâni sözine tutgıl kulak
Kim ne söyler işidesin mürg-ı dil
Miraçtaki, 40 sayısı insan ve doğadaki varoluş sırlarını simgeler. Alevilerdeki 40 sayısı sırrı “ Kırklar cemi” olarak bugünlere kadar gelmiştir. Mesela, 4 kapı, 40 makam denilir. Bu makamlar 50 de olabilirdi, ama değil..
Miraçlama semahı bir çeşit Meditasyon ‘dur. Aklen, kalben, bedenen, kuş misali uçtuğumuz, kendimizden geçtiğimiz, hak (varlığın birliği) ile hak olduğumuz an’dır. Kırklar Cem’i, Birlikten çokluğa, çokluktan birliğe giden yoldur. Kırktan, bir sayısına bir geçiş söz konusudur. Kesret ‘den vahdete , Vahdet’ten de kesrete giden yoldur. Kırklar Cem’i, kırkının canının BİR olduğunu öğretir. BU birlik Vahdet’tir. Gönülleri BİR’lemenin sembolüdür.
Evren’de ve Doğadaki her şey BİR(vahdet bilgisi) ve TEK(tevhid bilgisi) olarak var olur. Bu var oluşun sırrıdır. Bu nedenle aleviler de - Gelin canlar “BİR” olalım derler. Varlığın birliği VAHDET ve TEK ‘ligi TEVHID’dir .
Kırklar Cem’i, Virani’ye göre; İnsan kafası veya başıdır. 5 duyu organımız 4 elementle var olur. İnsan kafası, sağ ve sol olmak üzere 2 bölümden oluşur. Dolayısıyla, 5X4X2 = 40 eder.
Kırklar Cem’i, aynı zamanda, bağlamamızın kulpuna takılan SAÇ’akta da simgelenmiştir.
Bu saçak, 40 iplikle yapılır.
Kırk sayısı sadece bizde kutsal değildir. Ama diğer inançlarda, bu kutsallık unutulmuştur.
16. Sayılardaki gizemler (üçler, Besler, yediler, onikiler....
Antik çağlara ait hikayeler ve uygarlıkların ortadan kaldırılmasıyla, tarihler de asimilasyona uğramıştır.
Ve hatta gerçeğe ulaşmamızın önündeki en önemli engellerden biri budur.
Mesela, Mısır’ın Antik ve Modern olmak üzere iki tarihi vardır. Ama antik Mısır tarihi fazla konuşulmaz. Piramitlerin inşası konusunda her gün yeni bir tez ortaya atılmakta. Açık açık piramitler insanlığa antik çağlardan kalma bir hediye olduğunu dile getirmezler. Tıpkı CIN SETTİ misali.
Çünkü piramitler veya Çin setti o ülkelerin en önemli turizm gelir kaynaklarından biridir.
Mısır piramitleri, bir çok kez, dünyanın derinliklerinde sular altında kalmıştır.
Ama şimdi, göbekli tepenin ortaya çıkmasıyla, tarihteki bu sapkınlıklar da ortaya çıkacaktır.
Umarım Mısır halkı, piramitlerin bu gerçeğini en kısa zamanda kabul edeceklerdir.
Gerçekler er veya geç ortaya çıkacaktır.
Antik tarihten kalan Nuh’un gemisi hikayesi, hiyeroglif yazı ve yapıtlarda da kendisini göstermektedir.
Arş’ta, yerin yüzünde, geçmişte dünyanın derinliklerinde var olduğuna inanılan bu 12 hayvanlardan yola çıkılarak, göğün yüzüne çizdikleri 12 yıldız kümelerini çizerek astroloji bilim dalını ortaya çıkarmışlardır. Antik tarihteki insanlar, dünyanın bu canlılar üzerine kurulu olduğuna inanırlardı. Ve bu hayvanlar tanrılaştırıldı.
Pir Sultan Abdal BEYT’i Huma kuşu yere düştü ölmedi Dünya Sultan Süleyman'a kalmadı Dedim yare gidem nasip olmadı Ağlama gözlerim Mevla kerimdi |
Kuyruğunun ucu ağdır Yelesi Mısır'a çağdır Seksen bin boynuzu sağdır Her birisi dışındadır. |
Pir Sultan Abdal BEYT’i Sah-ı merdânın âvazı Turna derler bir kuştadır Asâsı nil deryâsında Hırkası bir derviştedir |
Âşık Ruhsat söyler bunu Dağlardan kalındır gönü Çifte koşaydım onu. Hesap onun işindedir. |
Pir Sultan Abdal BEYT’i Haberin alayım da peyikler ile Yaramı sarsınlar da şehitler ile Kırk yıl dağda gezdim geyikler ile |
Pir sultan abdal BEYT’i Yüzüm tabanına sürdüğüm zaman Gönlüme getirmem zerrece güman Ali’m Düldül’üne bindiği zaman Önünce Kanber’in olsam Ya Ali |
Ruhsati BEYT’i Yer altında sarı öküz Yüz on dört bin yaşındadır. Mevlâm anı hoş yaratmış Bütün dünya başındadır |
Pir Sultan Abdal BEYT’i Kırklar Urum’a geçti sen duydun mu Tanrı’nın Arslanı geldi bildin mi Pınar yanında kendini buldun mu Kırklar’a ser-çesmesin pirim Ali |
Kendi sarı alnı sakar Dünü günü Hakka bakar Silkince âlemi yıkar Bir büğelek (sinek) peşindedir |
17. Hak Muhammed Ali üçlemesi-Baglama ve Altin Oran
Alevilikte Fazullah Hurufi, Virani...vb ulu ozanlarımızın BEYT’lerinden yola çıkıldığında, harf ve sayılara verilen değerlerin ve manaların derinliğini görmemek mümkün değildir.
Üçler, besler, yediler, on ikiler, on dört masumu paklar, on yedi kemerbeskler, kırklar veya elif gibi konular ele alındığında, bu konuların içerisinde her defasında gizli sır ve mânalar bulunmaktadır. İnsanlık tarihindeki en önemli konulardan biride Üç sayısındaki sırlardır. Bilimde, inançlarda, felsefede veya farklı kültürlerde bu üçlemeler apaçık görülmektedir.
Askın sembolü olan “Kalp sembolü” 3 yonca yaprağından yola çıkılarak yapılıyor ve kabul görüyor. Ne diyor Ahmet Kaya, Dosta düşmana karsı’da- Üç koca destan, Üç koca dünya, Üç denklem, Üç şifre, Üç atom çekirdeği …
Hak-Muhammed-Ali
Baba-Oğul-Kutsal
Brahma-Vişnu-Şiva
Konfiçyüs-Lao-Budha
Zerdüşt-Ahura-Ahirman
Anu-Enlil-Ea Sümer
Osis-İsis-Osiris, Mısır
Gün han-Ot han-Gök han
3 Dev piramitler Mısır
3 Sin-Şamaş-iştar Babil
Heketa-Selena-Diana
Tamas-Rajas-Sattva
Ana-baba-cocuk
Tanrı-evren-insan
Akıl-kalp-beden
Kök-sap-çekirdek
Cemlerimizdeki 3 Delil
Boyunlardaki 3 yönlü (üçgen)
muska
Tarihi yapıtlardaki Üçgen
Üç atom çekirdeği (proton,
nötron, elektron)
Üç koca denklem cebirde
(...) Cümledeki Üç nokta
Üç can bir Cem
Üç sonsuzluk işareti
Cümle (Özne-nesne-yüklem)
Bağlamadaki Üç tel
Deyislerimizdeki Fa-Sol-La sırrı
3 Ana renk (Sarı-Kırmızı-Mavi)
Dünya-güneş-ay birliği
Maddenin 3 hali (Katı-sıvı-gaz
madde hali)
Kimyada (Asit-Baz)
Fizik (Kütle-Güç-Hız)
Uzunluk-yükseklik-genişlik
Sabah-öğlen-akşam
Geçmiş-şimdi-gelecek
Yasama-Yürütme-Yargı
Elif-Lam-Mim
...
Peki ne idi bu üçlemedeki SIR :
Antik Mısır’daki piramitlerin alt tabanı « KARE » olarak inşa edilmiştir. Piramitler, Platon, Sokrat, Pisagor,.. gibi
felsefecilerinin dikkatini çekmiştir. Kare Kutsaldır. ( Hava, ateş su ve toprak) ‘i simgelemektedir. Daha öncede
anlatmış olduğumuz, 4 sayısındaki sırları içermektedir.
Kareden yola çıkılarak, dik üçgen elde edilir. Pisagor ise dik üçgenden yola çıkarak « ALTIN ORAN » i
hesaplamıştır. Dik üçgendeki büyük kenarı alıp , küçük kenarın sayısına bölerek ( 5/3=1,66666667) ALTIN
ORAN sayısını elde etmiştir. Doğadaki her şey bu ( 1,618) sayısı ile var olur. Var oluşun sayısal değerini
hırpalamışlardır. Pisagor her gezegenin bir sesi veya frekansı olduğunu Ciceron ile birlikte hesaplamıştır.
« Gezegenlerin senfonisi » adli kitapta bu bilgileri iletmişlerdir. Kısacası doğadaki her şeyin, sesteki frekans
veya titreşimle altın oran sayısına göre var olduğunu anlatırlar. Ayrıca, Gezegenler ve notalardaki , yarım ve
tam ses ton aralıkları hesaplamış ve insanlara hediye olarak bırakmışlardır. Bağlamamız da bu var oluşun sırrı
olan ALTIN ORAN sayısına göre yapılmıştır.
Bağlamanın yapımı & ALTIN ORAN
Erenlerimiz, bütün evrenin var oluşunun insan bedeninde SIR olduğunu kabul etmişlerdir. İnsan, sır kapısının
anahtarıdır. Doğadaki her şey ses ile “HÜ” sesi ile var olur, ses ve titreşimle geometrik şekiller oluşur. Rezonans
bilgilerinden bu gerçeğe ulaşabilirsiniz. O nedenle tüm inançlarda SES kutsaldır. Bağlama sestir, ezan da sestir,
çan da sestir, yoga ses ile yapılır... Fakat bu sır HAKIKAT SIRRI olarak kabul edilmiştir ve gizli tutulmuştur. O
nedenle “gerçeğin demine “HÜ “deriz. Doğadaki her şey bu ses ile şekillenir. Kaplumbağanın kabuğundaki
şekillenmelerden tutun, zebranın üzerindeki siyah beyaz geometrik şekillere kadar her şey HÜ sesi ile var olur.
Bu nedenle hakka yürüme Erkanlarımızda da önceleri, bağlama eşliğinde yapılırdı. Şems-i Tebriz’i ; “İnsanlar
musikideki sırrı anladığı andan itibaren dünya alt üst olacaktır”
Bağlama dik tutulduğu zaman insan bedenine göre yapıldığını sizlerde göreceksiniz..
Bağlama kafesi, insanın iç organlarını bir arada toplayan, göğüs kafesidir.
Bağlamanın sapı, insanın gırtlak yapısıdır. Burguları, insan gırtlağındaki burgulardır. On iki tanedir özünde, 12
imamları, 12 gezegeni, 12 saati, 12 burçları ... simgeler.
Bağlamadaki teller, insanın ses telleridir. 7 tel , 7 notayı, 7 sesi, 7 gezegeni, 7 günü ... miraç bilgisindeki “yedi
deryaları” simgeler.
En eski teller 3 taneydi, üçlerin birliğini simgelerdi (Hak - Muhammed- Ali) (Hindistanlılardaki Brahma Vişnu,
Siva- Mısır’daki 3 piramitler Hristiyanlıktaki Trinite veya teslis; baba, oğul, kutsal ruh da bu üçlemelerdir)
Sazımız, altın orana göre yapılmıştır.
3 Eşik, üçlerin birliğini simgeler. Bir kapı 4 taraflı yapılır. Eşikler 4 kapıyı simgeler. 4 kapı, 4 elementi simgeler.
Bağlamadaki kulaklar, insan kulağını simgeler. Hakikat kapısıdır . Her şey ses ile şekillenir.
Sazın en ucuna, SAÇAK takılır, Bu Saçaklar, insan saçına göre yapılmıştır. Kırk tane ipliğin birleştirilmesi ile
yapılır. 40 ipliğin birliği , insanın kafasını simgeler. 40’lar cemini simgeler, İnsanın başını, aklını simgeler.
İnsanın başı kırklar cemidir. Birliğinin mekanıdır. İnsan beyninde “4 LOBE” vardır. İnsan beyni (5) beş duyu
organı (görme , tatma, koklama, dokunma duyma) ile var olur. Ve Sağ ve sol olmak üzere (2) iki beyine ayrılır
tüm hücreler (4) (ateş, hava, su ve toprak) yani anasır ile var olur. Sonuç olarak 5X4x2= 40 eder. Alevilikteki
Kırklar Cem’i insanın başı olarak kabul etmişlerdir.
Sesteki sır ile insanın gönüllerini birbirine Bağladığı için bağlama denilir.
11. Bağlamadaki tezene, Kırklar Cem’indeki, Aslan’ın pençesini simgeler. Pençe-i Ali aba’yı simgeler.
Bağlamanın alt köşesinde delikten ses çıkar, insan ağzını simgeler. Ses ağızdan çıkar, söz olur.
Kâmil insanın Kutsalıgı
- İnsani ve doğa bilinci
- “Cümle alem insanda sır olmuştur” Ne arar isen kendinde ara”
- “İnsanın gönlü tanrının evidir, Gönül kabedir”, gönül yıkmak, elini göğsüne koymak.
- Okunacak en büyük kitap insandır
- Asigin sözü, Kur ‘anin özü, Hakk kelamları
ALI ve 12 imamlar Kültü
Ask ve “sevgi bizim dinimizdir” anlayışı
“İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır”- Inanç ve irfan- Farkındalık - Kalp gözü ve kalp sesinin
açılması
Eline, beline ve diline sahip olmak
Alevi, Bektaşi ve kızıllaş inancı - Babagan, Dedegan ve çelebiler
Ölmeden önce ölmek, Nefs ile savaş
Adaletli kararlar “Haksızlığa uğrayanın yanında dik duruş sergilemek”
“Can” kavramı “Cümle alem bir can”, “72 milleti bir nazarda görmek”
Ölümsüzlük anlayışı, Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil
Kûn emri Kuntü kenz
Semboller; Turna, bülbül, teslim taşı, aslan, tavus kuşu...
Sah sözcüğünün önemi
Çerag uyandırma
“Herkes ettiğini bulur” etki ve tepki, pozitif düşünce
“Yol cümleden uludur”- “Yol bir sürek bin bir” sürek farklılıkları
Tevhid “Gelin canlar BIR olalım, birlik makamı